Anayasal kuruluşun iki karşıt fikri Bir Devlet İki Cumhuriyet'te
Dinçer Demirkent "Bir Devlet İki Cumhuriyet" adlı kitabında Cumhuriyet'in anayasal kuruluşuna ilişkin iki karşı fikri, halk egemenliği ve ulus egemenliği üs kurgularını 1921 ile 1961 ve 1982 anayasaları üzerinden inceliyor.
Anayasa tartışmalarının ardından Türkiye'nin hükümet sisteminin değiştirildiği şu günlerde, süren tartışmalara ışık tutacak bir çalışma, Ayrıntı Yayınları tarafından okurla buluşturuldu. Dinçer Demirkent'in "Bir Devlet İki Cumhuriyet" adlı kitabında, Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasal kuruluşuna ilişkin iki karşıt fikrin ve pratiğin birbiriyle mücadelesi içerisinde olduğu anlatılıyor. Demirkent kitabında, halk egemenliği üst kurgusu ile ulus egemenliği üst kurgusu karşıtlıklarını 1921 ve 1961-1982 anayasalarının karşılaştırılması temelinde inceliyor.
Eski zamanlarda yazılmış bir hikaye hazinesi: Yüzbir Gece Masalları
Ayrıntı Yayınları ayrıca, Onur Yıldırım ve Uğur Şahin Umman'ın tütün destek politikalarının sonlandırılmasıyla başlayan ve Soma'da 301 madencinin öldüğü katliam gibi kazaya varan süreci mercek altına aldığı "Çizmelerimi Çıkarayım mı?" adlı kitabı da yayınladı. Ahmet Necdet'in "Ey Gece! Ey Uçurum!" adlı şiir kitabı Celil Denktaş'ın "Sosyalizmde Eğitim - Küba" ve F.W.J. von Schelling'in "İnsan Özgürlüğünün Özü Üzerine" adlı kitapları da raflardaki yerini aldı.
Ayrıntı Yayınları, Hal Foster'in "Gerçeğin Geri Dönüşü" ve Larry Shiner'in "Sanatın İcadı" adlı kitaplarının da yeni basımlarını yayımladı.
Gastro Gösteri: Yemek kim olduğumuzun ifadesi
Bir Devlet İki Cumhuriyet
Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasal kuruluşuna ilişkin iki karşıt fikrin ve pratiğin birbiriyle mücadelesi içerisinde olduğunu vurgulayan bu kitap, özellikle 1920'den 1924'e kadar olan dönemi etraflıca incelemektedir. Cumhuriyet anayasalarını yapan kurucu meclis tutanaklarında ve Cumhuriyet'in korunmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararlarında net olarak gösterilen bu çatışmanın varlığı, Türkiye'nin gerçek anayasal sorunu olarak sunulmuştur:
"En kaba tanımıyla 'egemenliğin kaynağının halkta olduğu siyasal form' olarak cumhuriyet, egemenlik kavramının evriminde bir kopuş yaratmıştır. Rousseau ve Sieyes'in düşünceleri ekseninde kopuş, egemenliğin 'bir' olan monarktan 'çok' olan halka geçişi sorunu olarak tanımlanabilir. Rousseau'dan kaynağını alan halkın temsil edilemez oluşu fikri, halk egemenliği üst kurgusunun ve egemenliğin doğrudan doğruya halk tarafından kullanılmasının; Sieyes'ten kaynağını alan ulusun ancak temsilcileri aracılığıyla konuşabileceği fikri ise ulus egemenliği kurgusunun ve egemenliğin temsilciler eliyle kullanılabileceğinin düşünsel dayanakları olmuştur."
Henry James'in başyapıtı Amerikalı Türkçe'de
Türkiye'de Cumhuriyet'in iki karşıt kuruluşunu, halk egemenliği üst kurgusuna dayanan 1921 Anayasası ve ulus egemenliği kurgusuna dayanan 1924 Anayasası bağlamında inceleyen araştırma, 1924 anayasal düzeni içinde halka çizilen sınırların, 1961 ve 1982 Anayasalarında ulus egemenliği kurgusu içinde nasıl konsolide edildiğini ortaya koymaktadır.
Günümüzdeki Anayasa tartışmaları açısından önemli bir başvuru kaynağı.
Çizmelerimi Çıkarayım mı?
Soma Madeni'nde 301 ölü.
Tütün üretimiyle geçimlerini sağlayan Soma köylüleri, yanlış politikalardan ötürü yer üstünde geçim kaynakları bulmakta zorlanmış, bu kaynakları yeraltında aramak zorunda kalmışlardır.
Hızla işçileşen çiftçiler, özelleştirilen madenlerde zor koşullar altında, özellikle de taşeronlaşma ve dayıbaşılık sisteminin basıncıyla, düşük ücretlerle, ağır şartlarda çalışmaya mahkûm edilmişlerdir.
Devletin böylesine riskli bir iş alanındaki faaliyetlerinden geri çekilmesiyle, yani madenleri özelleştirme politikaları doğrultusunda özel şirketlere devretmesiyle oluşan sistem ağır sonuçlar doğurmuştur.
Soma Katliamı, aşırı kâr hırsı, üretim baskısı, özelleştirme ve taşeronlaştırma politikaları ile dayıbaşılık denen kuralsızlığın ve denetimsizliğin oluşturduğu kötü düzenin bir sonucudur.
Bu kitap tütün destek politikalarının sonlandırılmasıyla başlayan ve katliamla devam eden süreçleri mercek altına alıyor, bu esnada da Soma insanının acılı serüveninin her aşamasını, tanıklıklara dayanarak bütün gerçekliğiyle gözler önüne seriyor. Yaşananların bir daha olmaması için kendi içinde bir hafıza oluşturma çabası...
Ey Gece! Ey Uçurum!
"Deneme'nin Şubat 1969 sayısındaki şiirinizden duyduğum sevinci ulaştırmak istedim size... son aylarda dergi boşluklarındaki ruhsuz, ölü şiirler furyasında, ince zarif canlılığıyla beni birden öylesine etkiledi. Üç gündür her okuyuşumda gittikçe daha sardı beni. Bana çokgen ve içimden gelerek konuşma ve yorum imkânı veren şiirler karşısında çocuklar gibi seviniyorum. Ölçülü, hesaplı, dengeli ve her şeyden önce dolu şiiriniz için tekrar tebrik ve teşekkürler." (Behçet Necatigil)
Ahmet Necdet (1933-2010), Türk Dil Kurumu ve Yunus Nadi şiir ödülleri de dahil pek çok ödüle değer görülen, yıllardır farklı kuşaklar tarafından okunan şiirler yazdı. Oyunlar, denemeler kaleme alan Ahmet Necdet şiir antolojileri de hazırladı. Ömer Hayyam, Puşkin, Baudelaire, Lermontov, Celan ve Aragon gibi pek çok şairin eserlerini Türkçeye çevirdi. Çevirileriyle de ödüller aldı.
Ey Gece! Ey Uçurum!, Ahmet Necdet'in tüm şiirlerini eksiksiz olarak biraraya getiriyor. Şiir geleneğimizin önemli bir halkasını, bütünlüklü bir yapıt içinde okura sunuyor.
Gerçeğin Geri Dönüşü
Hal Foster'ın, yirminci yüzyılı derinden etkilemiş avangard sanatı ve onun yorumcularını temel alan bir tartışma niteliği de taşıyan Gerçeğin Geri Dönüşü adlı kitabı, sanatçının projeden projeye koştuğu, alımlayıcının ise bir antropolog gibi sanatçının peşinde, çok geniş bir söylemsel alanı tüketmek için çabaladığı günümüz sanat ortamını kendine çıkış noktası olarak alıyor. Ve bu bağlamda, yeni avangard olarak anılan 1960'lı yılların sanat etkinliklerinden günümüze kadar uzanan bir çizgide "avangard"ın kendini gösterme ve konumlanma biçimlerine değiniyor. İşte tam da bu noktada şu sorular akla geliyor: Acaba bu çerçeveden bakıldığında günümüz sanatının ölçütleri nedir ya da böylesi hızlı bir dünyada artık bir sanattan söz etmek olası mıdır? Giderek, alımlayıcının çağdaş sanata karşı takındığı mesafeli tavrın anlamı tam da burada yatmıyor mu? Foster bu soruları iki temel kavram aracılığıyla yanıtlamaya çalışıyor: travmatik "gecikmiş eylem" ve öznelerarasılığı gerektiren "paralaks". Böylece Foster'a göre çağdaş sanatta yapıt, klasik tarihsel bir çizgi üzerinde değerlendirilmekten çok, hareket halindeki alımlayıcının algılama anında meydana gelen değişmelere ve gelecekten bakarak kuracağı, ötelenmiş bir yorumlama mekanizmasına göre değer kazanıyor.
Ayrıca Hal Foster, kendini sürekli tekrar eden bir avangardın ardından, Bürger'in de temsilcisi olduğu, her şeyi açıklayan "tek kuram" yaklaşımının geçerli olup olmadığını da sorguluyor. Minimalizm ve pop-art gibi örnekleri modernist söylem açısından olduğu kadar, postmodernist söylem açısından da değerlendiriyor. Günümüzde sanat tarihi yazımını etkileyen bütün diğer düşünürler gibi, Foster da, dil felsefesinin ve Lacan-Derrida ikilisinin yapıbozuma uğrattığı "anlam" fikriyle tarihyazımını sorunsallaştırıyor.
İnsan Özgürlüğünün Özü Üzerine
"Tüm doğumlar, karanlıktan aydınlığa bir doğumdur; tohum toprağa gömülmeli ve karanlıkta ölmelidir ki, böylece güneşte çok daha güzel bir şekil olarak kendini topraktan gün yüzüne çıkarabilsin. İnsan dişi bedende şekillenir ve ancak akla dayanmayanın meçhullüğünden (duygudan, özlemden, bilginin o olağanüstü annesinden) en parlak düşünceler çıkar. Bu nedenle başlangıçtaki o kökensel özlemi, henüz bilmese de akla yönelen bir özlem olarak hayal etmeliyiz, tıpkı bizim bilinmeyen ve adı konulmamış bir iyiliğe duyduğumuz özlem gibi." Schelling
Özgürlük sorusunu ahlak, din, bilim ve tarih açısından ele alan ve insanlık tarihinin en önemli problemlerinden bir olan "kötülük problemi" çerçevesinde yepyeni ve özgün bir bakış açısı sunan bu felsefi inceleme; Kant'ın sekseninde öldüğü (1804), Schiller'in zamanından önce (1805) göçüp gittiği, Hegel'in Tinin Fenomenolojisi'ni yayımladığı (1807), Napoléon'un Prusya'da hâkimiyetini kurduğu, Goethe'nin Faust'un ilk kısmını kaleme aldığı (1809) bir zamanın ürünüdür.
Schelling'in 1809 yılında yayımlanan İnsan Özgürlüğünün Özü Üzerine eseri, özsel bilgininin temelini "tinsel olan"da görüyordu. Tin kaderdi ve kader tindi; çünkü sadece onun özü özgürlüktü. Bu eser onun en büyük başarısıdır ve aynı zamanda Alman felsefesinin, dolayısıyla da Batı felsefesinin en derinlikli eserlerinden biridir.
Engels, Bakunin, Kierkegaard ve Burckhardt gibi 19. yüzyılın etkisi büyük filozoflarının hocası olan Schelling'i en önemli eserinden okumak sadece Alman İdealizmini anlamak için değil, aynı zamanda Nietzsche ve Heidegger'in yol haritalarından büyük bir kısmını belirlediği çağdaş felsefe metinlerinin satır aralarında rahatça gezinebilmek için de elzem...
Sanatın İcadı
Sanatın İcadı, modernliğin yerleşik kurumlarından biri olan sanatın soykütüğünü çıkaran, sanat ve etrafında kurulu tüm kavramlar sistemini yapısöküme uğratan bir kitap. Son yıllarda teori ve felsefede yaşanan dönüşümler, yaşadığımız toplumun hiçbir kurumunun kendinden menkul yapılar olmadığını bize gösteriyor. İçinde yaşadığımız kültürün tüm unsurlarının bir tarihsel matris içinde gerçekleştiğini öğrenmek kimsede şaşkınlık uyandırmıyor. Eski tarih yazımı yöntemlerinin bir kenara bırakılması ve tarihin yeniden yazılması gereğinden daha sık söz ediliyor. Sanat tarihini sanat yapıtlarının tarihi olarak ele alan, Batı dışı kültürleri Batılı kategorilere sokan yaklaşım da bu sorgulamadan daha fazla kaçamayacak hale geldi. Larry Shiner, öncelikle, Batı'nın diğer toplumlara ve hatta kendi geçmişine bakışının, son iki yüzyıl içinde kurumsallaşmış olan sanat ve zanaat ayrımına göre biçimlendiğini gösteriyor. İlk bakışta toplumsal alanın çatışmalarını içermediği düşünülen sanat kavramlarının çoğunun, baştan aşağı ırkçılık, cinsiyetçilik, Avrupamerkezcilik, sömürgecilik ve sınıfsal ayrımcılıktan beslendiğini açıklıyor. Daha sonra, el emeği üzerinden kurulan "usta ve ustalık" kavramının gittikçe gözden düşürülerek; yerine eserinin bağımsızlık halesini korumak adına hayattan kopmuş "sanatçı ve sanat" kavramının yüceltilmesinin ve estetik değerin her şeyin önüne geçmesinin hikâyesini anlatıyor. Geçmişin sanat ve zanaat, sanat ve hayat ayrımlarını içermeyen sisteminden modern güzel sanatlar sistemine geçiş sürecinde yaşanan bölünmeleri aşma yönündeki kuramsal ve sanatsal deneyimleri örnekleyerek günümüz sanatındaki alternatif arayışlara bağlıyor hikâyesini. Sanatın İcadı'nı kaleme alırken çağdaş Fransız düşüncesinden, özellikle Michel Foucault ve Paul Ricoeur'dan etkilenen Shiner, her tür okurun zevkle okuyacağı, alışılmadık bir sanat kitabı yazmış. Yalnızca sanatseverlere değil, modern toplumun kurulma süreçlerini ve çağdaş düşüncenin hayatı yorumlama gücünün katettiği mesafeyi merak edenlere göre bir kitap.
"Bu kitap sanata dair kavramsal anlayışımıza olağanüstü bir katkıda bulunuyor... Bilge, sabırlı ve konusuna hâkim bir yazarın elinden çıkan bu kitabın gelecekteki tüm tartışmalarda vazgeçilmez olacağı kesin."
Sosyalizmde Eğitim - Küba
Türkiye'den Küba'ya herhalde imrenerek bakılabilir. Elbette bu küçük ve Türkiye'ye göre oldukça fakir sayılabilecek ülkeye Türkiye'den imrenerek bakılabileceğini söylemek biraz çelişkili görülebilir. Ancak gerçek şu ki, Türkiye onca zenginliğine rağmen halkını genel olarak ortalama bir refah düzeyinde yaşatamamasına karşın Küba tüm yoksulluğuna, kapitalist dünyanın kendisine karşı duyduğu nefrete ve bu nefretin doğurduğu ekonomik ambargolara ve ideolojik bombardımana rağmen devrimden bu yana halkının refah düzeyini, eğitim düzeyini, yaşam kalitesini ve süresini bir bütün olarak yükseltmeyi başarmış bir ülke. Hatta sağlık konusunda, bilimsel ilerleme konusunda, güzel sanatların teşviki konusunda, insanların dinlenme ve eğlenme hakları konusunda ve bunların halk geneline yayılması konusunda Türkiye'yi hayli geride bırakmış durumda.
Celil Denktaş, bu kitabında Küba'daki eğitim sistemini merkeze alarak, ama sadece eğitim mefhumunu değil, sağlık, politika, politik katılım, kadınların gündelik ve politik varoluşları gibi çok sayıda alt başlığı da incelemesine dahil ederek, sosyalist bir ülkenin panoramasını çıkarıyor...