'Amira’nın Kızı' 116 yıl sonra Türkçede
"Tarihi Kentler ve Ermeniler" dizisinin dördüncü kitabında yer alan on dört makale, İzmir‘e; bir zamanların bu kozmopolit liman şehrinin ticari, kültürel ve toplumsal gelişimine 13. yüzyıldan 1922’ye dek büyük katkı sağlayan Ermenilerin tarihinden bakıyor. Yervant Sırmakeşhanlıyan'ın Osmanlı Ermeni toplumunun çöküşünü haber verdiği, Ermenice romanın zirvelerinden biri olarak kabul edilen "Amira’nın Kızı" da ilk yayımından tam 116 yıl sonra Türkçede.
Ünlü tarihçi Richard G. Hovannisian tarafından derlenen 14 ciltlik "Tarihi Kentler ve Ermeniler" dizisinin dördüncü kitabı İzmir, bu kozmopolit liman şehrine, 13. yüzyılın ortalarından 1922 yılına dek İzmir’in ticari, kültürel ve sosyal hayatının en önemli aktörlerinden olan Ermenilerin tarihinden bakıyor.
Aras'tan 'Kayıp Kentten Manevi Vatana' ve 'Yerp Badani Yenk'
Tarihi Kentler ve Ermeniler: İzmir
Aras Yayıncılık'ın okurla buluşturduğu kitapta, ticari ve etnik gruplar arası ilişkiler, eğitsel ve kültürel çalışmalar ve mimarinin yanı sıra, İzmir Ermenilerinin "Aydınlanma Dönemi"ne şekil veren matbaacılık faaliyetleriyle edebi eser ve çevirileri de mercek altına alınıyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında İzmir’de yaşananlar ve 1922 Yangını bir makalede İzmirli Ermenilerin tanıklıklarında, başka bir makalede ise bu dönemde İzmir’de bulunan Henry Miller ve Ernest Hemingway’in yazılarında karşımıza çıkıyor.
Tarihi Kentler ve Ermeniler dizisinin ilk üç kitabı Bitlis ve Muş (Eylül 2016), Van (Kasım 2016) ve Harput'un (Kasım 2017) akabinde yayımlanan İzmir’i izleyecek kitaplar: Erzurum - Sivas - Diyarbakır ve Urfa - Kilikya - Karadeniz - İstanbul - Kars ve Ani - Kayseri ve Kapadokya - Küçük Asya - Musa Dağ.
Zabel Yesayan'ın romanı 115 yıl sonra Ermenice olarak yayınlandı
Kitaptan:
"İzmir beş büyük mahalleden oluşmaktaydı: Müslüman, Ermeni, Rum, Yahudi ve Frenk. Ancak bunlar kesişmeye meyilliydi ve hali vakti yerinde olanlar, hangi halktan olursa olsun, Avrupalıların da yaşadığı rıhtıma yakın mahallelerde ikamet ederdi. Haynots olarak adlandırılan Ermeni mahallesi, şehrin merkezinde, rıhtımın tam arkasındaydı. Temizliği, güzel, dayanıklı evleri ve geniş sokaklarıyla bilinirdi. 1845’teki yangından sonra boşaltılmış ve sonrasında tamamen Avrupai bir tarzla yeniden tasarlanmıştı. Farklı büyüklüklerdeki 54 bloktan meydana geliyordu, Basmahane ve Reşadiye isminde iki büyük caddeye sahipti. En büyük Türk mahallesi, karışık nüfusa sahip bazı Osmanlı şehirlerinde adet olunduğu üzere, şehrin en yüksek tepesine, yani Pagos Dağı’nın yamaçlarına konumlanmıştı ve yıkık dökük intizamsız barakalara, asmalarla çevrili ahşap evlere, eski güzel konaklara, dar ve kıvrımlı sokaklara ve eski çeşmelere sahipti. Geleneksel Müslüman kıyafetleriyle örtünmüş kadınları, nargile içen erkekleri, köşe başlarına kurdukları masalarında okuma yazma bilmeyenlere hizmet veren arzuhalcileriyle bu mahalle Binbir Gece Masalları’ndan çıkmış gibiydi. Rumların en büyük mahalleleri Mortakya ve Mezaraki’ydi. Tıpkı Ermeni mahallesi gibi burası da Batılılaşma eğilimine sahip olmakla birlikte asla buna uygun olarak yeni baştan inşa edilememiş ve benzer modernlikte bir görünüme kavuşamamıştır." Robert H. Hewsen'ın "Ege'deki Ermeniler: Smyrna" başlıklı makalesinden.
Kaligian'dan 'Taşnaklar ve İttihatçılar'
Richard G. Hovannisian
UCLA'de Modern Ermeni Tarihi Bölümü profesörüdür. Yayımlanmış eserleri, 14 ciltlik bu serinin yanı sıra, Armenia on the Road to Independence'ı, dört ciltlik Republic of Armenia'yı ve Ermeni tarih ve kültürü, Ermeni Soykırımı, Ortadoğu ve İslam alanlarında toplam on iki cildi kapsar. 1990'da Ermenistan Ulusal Bilimler Akademisi'ne seçilmiştir; Erivan Devlet Üniversitesi ve Artsakh Devlet Üniversitesi'nden fahri doktoraları bulunmaktadır.
Amira'nın Kızı
Aras Yayıncılık, döneminin en parlak Ermeni yazarlarından olan ve 1915’te tutuklandıktan sonra öldürülen Yervant Sırmakeşhanlıyan'ın "Amira'nın Kızı" adlı romanını da okurla buluşturdu.
Tek derdi halkın parasını çalmak olan bir sözde entelektüel, kifayetsiz muhteris bir amira torunu, saf aşkın değerini bilemeyen bir genç kadın ve daha niceleri, dedikoducu ve riyakâr mahalle ortamında karşımıza çıkıyor, belki de bize, hep birlikte, Osmanlı Ermeni toplumunun çöküşünü haber veriyorlar.
Ermenice romanın zirvelerinden biri olarak kabul edilen Amira’nın Kızı, ilk yayımından tam 116 yıl sonra Türkçede. İlk olarak 1904’te tefrika edilen roman, yazarı Yervant Sırmakeşhanlıyan’ın (namı diğer Yeruhan) Osmanlı Ermeni toplumuna yönelik keskin eleştirilerine yer verdiği sivri dilli bir taşlama. Çağdaşları Zola ve Daudet’den esinlenen ve miadını doldurmuş amiralık müessesenin yozlaşmışlığını Baronyanvari bir hicivle gözler önüne seren Yeruhan’ın bu kült eseri, kimi zaman komik, kimi zaman absürt öğelerden beslenirken, melodrama da göz kıpıyor. Renkli, hareketli, gürültücü bir olay örgüsü içinde, 19. yüzyıl sonu İstanbulu’ndan türlü tipleme ve karakterler romanda adeta bir resmigeçide çıkıyorlar. Tek derdi halkın parasını çalmak olan bir sözde entelektüel, kifayetsiz muhteris bir amira torunu, saf aşkın değerini bilemeyen bir genç kadın, yalancı bir kâhya ve daha niceleri, dedikoducu ve riyakâr mahalle ortamında karşımıza çıkıyor, belki de bize, hep birlikte, Osmanlı Ermeni toplumunun çöküşünü haber veriyorlar. Amira’nın Kızı Türkiye’de erken dönem romanın en iyi örneklerinden biri.
Vasili Grossman'ın gözünden 1960'ların Ermenistan'ına yolculuk
Kitaptan:
“Nereden gelirsiniz, kimsiniz beyim?” diye sordu papaz. Duasının ve dini tefekkürünün bu şekilde bölünmesi canını sıkmıştı.
“Kafkasya’dan geliyorum efendim,” cevabını verdi yabancı, bir sandalyeye teklifsizce yerleşip purosundan ince bir duman halkası salarak. “Bendeniz Apkar Gosdanyan. İsviçre’de pedagoji tahsilimi tamamladıktan sonra Ermeni çocukların tedrisi için mesaide bulunmak üzere atayurduna döndüm. Kafkasya’da gymnasiumlarımız, kilise mekteplerimiz var. Yüksek mevki sahibi olabilirdim, o gymnasiumlardan birinde önemli bir vazife deruhte etmek için çok para teklif ettiler ancak reddettim. Ben para peşinde değilim, aksine, zor şartlar hasebiyle pedagojinin hayati önemi haiz sisteminden faydalanamayan çocuklarımız için çaba harcamak gayesindeyim. Ben fikir adamıyım efendim, parayla işim olmaz. Benim için mühim olan iştir, iş. Kaderine terk edilmiş Ermeni çocukların yaşadığı o ücra, ıssız köşelerde çalışmaktır. Heyhat, heyhat…”
Kafkasyalı birdenbire parladı. Ağzının kenarında tükürük birikmiş, kararsız gözleri çakmak çakmak olmuştu. Bakışları o karanlık odacığın duvarlarını delerek “ücra, ıssız köşelere” nüfuz ediyordu. Vurgularına eşlik eden baş hareketleriyle saçları dağılmış, tutamlar gözlerine kadar inmişti. Anlaşılmaz bir ağızla konuşan bu adam karşısında kekeleyen, boşluğa düşen papaz, bitmek bilmeyen o kelime kalabalığıyla şaşkına dönmüş ve aptallaşmış bir halde, bir deliye bakar gibi bakıyordu Kafkasyalıya.
Nancy Kricorian'dan aşk acısının romanı: Ekmek ve Ateş Düşleri
Şaşkınlığınızı bittabi anlıyorum efendim,” diye konuşmasını sürdürdü adam acı bir tebessümle. “Kimse sizinle bu tonda konuşmamış, bu fikirler size acayip geliyor, evet ama az vakitte her şeyi idrak etmeniz gerekiyor. İdrak etmek, efendim, pedagoji olmadığı takdirde Ermeni çocuğunun öldüğünü, Ermeni milletinin eridiğini, Ermeniliğin yok olduğunu, evet, Ermeniliğin yok olduğunu anlamak icap ediyor. Heyhat!”
Kafkasyalı bu son sözlerini üstüne basa basa söylemişti. Bir hatip gibi parmağını havaya kaldırdığında gözlerinde şimşekler çakıyordu. Saçı başı iyice darmadağın, purosu ise daima ağzının kenarındaydı. Papaz tehlikeyi sezince kendine gelip toparlandı, ne yapacağını bilmez bir halde elini ak sakalına götürdü.
120 yıl öncesinin İstanbul'u, Hagop Mıntzuri'nin anılarında
“Rahatınızın kaçtığını hissediyorum efendim, ama bir din adamı, ahalinin önünden yürüyen bir zat olarak siz, söylediklerimi dikkate almaya mecbursunuz. Kafkasya’dayken, Türkiye Ermenistanı ve İstanbul’da, mukaddes bir dava olan talim ve terbiyenin propagandası için hiçbir şey yapılmadığını işittiğim anda her şeyi, parlak bir iş hayatını, yığınla parayı, güvenli bir istikbali bırakıp Ermeni müderrislerin yapamadıklarını yapmak için yollara revan olup ta buralara geldim. Heyhat! Heyhat! Dünya âlem nurlu ışıklarla dolarken biz Ermeniler karanlığa gömülüyoruz efendim. Kimse bizi umursamıyor, günün birinde kör cehalete sürüklensek kimse kılını kıpırdatmaz. Biz kendi çabamızla tekrar ayağa kalkacak, nura boğulacak, terakki edeceğiz. Köhnemiş tedrisat sistemimizi bir yana bırakıp Pestalozzi’nin temellerini attığı, yaydığı, ilan ettiği, kurtarıcımız olacak yeni pedagojik sistemi benimsemeden bunu nasıl yapabiliriz? Pestalozzi’ye aşina mısınız efendim?”
“Hayır, tanımıyorum beyim,” diye cevap verdi yaşlı adam. “Kimdir? İstanbullu mudur?”
“Ne diyorsunuz efendim!” diye haykırdı Kafkasyalı. Kollarını havada deli gibi sallıyordu. “Ne diyorsunuz! Pestalozzi’ye aşina olmamak mı? Bu büyük, muazzam bir noksan, akla zarar, namümkün bir cürüm. İstanbullu demek… Of, of, of! Bu toprakta, bu ortamda Pestalozziler yetişebilir mi? Heyhat! Heyhat! Cehaletiniz ve biganeliğiniz beni çok yaraladı efendim. Ve şimdi ciddi ciddi düşünüyorum da, ahaliye yol gösterenler bile aydınlanmayı gerçekleştirecek faktörlere bu kadar yabancı ise sıradan ahali ne yapabilir? Of, of, of!”
Sivas'ta bir köyün hikayesi: 'Armine: Çorak Dağ'ın Sürgünü'
Yervant Sırmakeşhanlıyan
1870’de İstanbul, Hasköy’de doğan Yervant Sırmakeşhanlıyan, döneminin en parlak Ermeni yazarlarından biriydi. 1889'da Dzağig (Çiçek) adlı dergide ilk yazı denemeleri yayımlandı. Arpiar Arpiaryan, Hrant Asadur, Dikran Gamsaragan ve Krikor Zohrab gibi isimlerin dikkatini çekti. 1896’da Ermenileri hedef alan olayların yarattığı kargaşa ortamından dolayı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. II. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle 1908’de İstanbul’a döndü. Mezre’deki (Elazığ) Getronagan Okulu’nda 1913’te müdürlük yapmaya başladı. Çeşitli yazı ve öyküleriyle İstanbul Ermeni basınında yer almaya devam etti. 1915’te, Harput’un diğer önde gelen Ermenileriyle birlikte tutuklandıktan sonra öldürüldü.