120 yıl öncesinin İstanbul'u, Hagop Mıntzuri'nin anılarında
Türkiyeli Ermeni yazar Hagop Mıntzuri'nin 1897-1940 yılları İstanbul'unu anlattığı anıları "İstanbul Anıları", Aras Yayıncılık'tan çıktı. Kitapta Mıntzuri, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki günlük yaşamı, Beşiktaş ve Hisar’daki Türk, Ermeni, Makedon, Rum, Arnavut esnafı, Cuma Selamlığı’nda gördüğü padişahları, Galata’yı, Pera’yı ve Boğaz’ı anlatıyor.
1897-1940 yıllarını kapsayan bu anıları, imparatorluğun son demlerinden cumhuriyetin başlangıcına uzanan, İstanbul’un çoktan mazi olmuş bir dönemine tanıklık ediyor.
Köyü Armıdan’dan ailesiyle birlikte İstanbul’a fırıncılık yapmaya gelen çocuk yaştaki Mıntzuri, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki günlük yaşamı, Beşiktaş ve Hisar’daki fırınlarının etrafındaki Türk, Ermeni, Makedon, Rum, Arnavut esnafı, Cuma Selamlığı’nda gördüğü padişahları, ekmek vermeye gittiği haremli selamlıklı köşkleri, Galata’yı, Pera’yı, Boğaz’ı ve o hattaki semtleri anlatıyor.
École Français, Getronagan ve Robert Kolej gibi okullarda okuyan Mıntzuri’nin okula gidip gelirken veya sınıf arkadaşlarıyla yaşadığı maceralar ise 20. yüzyılın başlarında İstanbul’da çocuk olmaya dair naif bir hikâye sunuyor.
Bir 1915 romanı: Gelincikler Açarken
İstanbul macerasını kendi isteğiyle sonlandırarak köyü Armudan’a dönen ve burada kışları öğretmenlikle, yazlarıysa tarlasıyla uğraşan Mıntzuri bir dizi tesadüf ve Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi sonucunda kendini yeniden İstanbul’da buluyor, ve bu da kitabın Cumhuriyet sonrası İstanbul’unu anlatan ikinci kısmını oluşturuyor.
Aras Yayıncılık'tan çıkan İstanbul Anıları'nın bu baskısı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları tarafından 1993'te yayımlanmış ilk baskının revize edilmiş hali.
Sivas'ta bir köyün hikayesi: 'Armine: Çorak Dağ'ın Sürgünü'
Kitaptan alıntı:
"Cumartesileri öğleyin tatile girerdik. O gün öğle üzeri çıkmış eve gidiyorduk. O anda genelev sokaklarından bir zurna sesi aldık. O zamanlar halk, genelevlere 'kötü ev', kadınlarına da 'kötüler' derdi. Kevork, Esayi, Movses, bir de Çapakçurlu muydu, Çarsancaklı [Akpazar] mıydı Vartan vardı. 'Haydi be! Kız mıyız ki korkalım? Erkeğiz. Erkek adam olacağız. Gidelim görelim, zurnayı dinleyelim,' dedi Vartan. Gerçi, bu sokakların ününü duymuştuk, biliyorduk, fakat ayak basmış değildik. Ne olurlarsa olsunlar, bize ne? Yürüdük. Bir meydana geldik. Orada bir kahvehane vardı. İçerisi dar olduğundan müşteriler dışarıda taburelere oturmuşlardı. Karşılarında da sıvasız bir ev vardı. Kötü ev, oydu demek. Önünde, kırmızı, sarı, yeşil acayip elbiselerle bir dolu kadın. Hepsi ayaktaydı. Kötüler de bunlar olmalıydı. Zurnacı çalıyor, gözleri boyalı bir kadın da dans ediyordu. Bir kadın tek başına harehırotz oynuyordu. Tempo ilkin çok yavaş ve sakindi. Sonra hızlanıyor, şiddetleniyor, uç noktaya eriyordu. Kadın da aynını yapıyordu. Yavaştan başlıyor, tekrar hızlanıyor, uçuyor, bazı en ateşli hareketleri sergiliyordu."
'Öykülerin Prensi' Zohrab'dan Hayat Olduğu Gibi ilk kez günümüz Türkçesinde
Hagop Mıntzuri
Asıl adı Hagop Demirciyan'dır. 1886'da Erzincan'ın Küçük Armıdan Köyü'nde doğdu. 1906'da ilk kez bir öyküsü “Hars u Gesur” (Gelin ve Kaynana) Ermenice Masis dergisinde yayımlandı. 1907'de köyüne dönüp, öğretmenlik yapmaya başladı. Aynı yıl evlendi. Bademcik ameliyatı olmak için geldiği İstanbul’dan Birinci Dünya Savaşı başladığı için ayrılamadı. 1915'te Armıdan'dan tehcir edilen dedesi, annesi, karısı ve dört çocuğundan bir daha hiç haber alamadı. Ömür boyu İstanbul'da kaldı. Tekrar evlendi iki kızı, bir oğlu oldu. Yemcilik, kömürcülük, fırıncılık, kâtiplik gibi çeşitli işler yaptı. Edebiyatla ilgisini hiç kesmedi, ne bulduysa okudu ve sürekli yazdı. Ermenice dergi ve gazetelerde öyküleri yayımlandı. 1978'de hayatını kaybetti ve Şişli Ermeni Mezarlığı'na gömüldü.