hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Darülbedayi isyanı

    Darülbedayi isyanı
    expand

    Şehir Tiyatrolarının sürpriz bir şekilde karşılaştığı yeni yönetmelik, haftalardır Türkiye’nin gündeminde. Tiyatro severler de en az tiyatrocular kadar soluğu yönetmelik karşıtı eylemlerde aldı. İki gün önce hukuk komisyonundan oy çokluğuyla geçen yönetmelik için tiyatrocular ne diyor?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Muhalifgazete.com'dan Hatice Deniz, İstanbul Halk Tiyatrosu oyuncuları Cem Davran, Bahtiyar Engin, Erkan Can ve yönetmen Yıldıray Şahinler'le değiştirilen yönetmeliğin tiyatroculara nasıl yansıyacağını konuştu. İşte o röportaj...

    Şehir Tiyatrolarının karşılaştığı yeni yönetmelik, haftalardır Türkiye’nin gündeminde. Tiyatroseverler de en az tiyatrocular kadar soluğu yönetmelik karşıtı eylemlerde aldı. İki gün önce hukuk komisyonundan oy çokluğuyla geçen yönetmeliğin yaptırımları hakkında Şehir Tiyatrosu sonrası Halk Tiyatrosuyla da adından söz ettiren oyuncu Bahtiyar Engin’le konuşmak için yolda düştük.

    Onun bizi çağırdığı masaya yaklaşırken içimizden bir “eyvah eyvah” çektik çünkü karşımızda Erkan Can’ı da bulduk. Daha onun şaşkınlığını atlatamamışken masayı göz ucuyla süzdüğümüzde Cem Davran’ı da gördük. Selam sohbet derken, birazdan Yıldıray Şahinler’in de burada olup sorularımızı cevaplayacağını ve bunun bir ekip röportajı olacağını söyledi Bahtiyar Engin. Biz “Körün istediği bir göz Allah vermiş iki göz” derken, bizim sormamıza gerek kalmadan sözü Cem Davran aldı.

    Cem Davran “Nedir bu Şehir Tiyatroları meselesi” sorumuza cevap verdi…


    Gündemde var olan yönetmelik meselesi uzun yıllardır şehir tiyatrosu Darülbedayi’ni yumuşak karnıdır. 1980 Darbesinden sonraki 1982 Anayasası’ndan beri yapılan değişim çabalarına rağmen Şehir Tiyatrolarının durumu da değişmedi. Bizimki de o yıllarda çıkmış bir yönetmelik olduğundan çok maddesinin değişmesine rağmen, daha ileri ve çağdaş bir yapıya ihtiyaç var. Bu cümleleri erk sahipleri devamlı kendilerine yontuyor.

    Şehir Tiyatrosu teknik olarak Muhsin Ertuğrul geleneğinden beri bir Genel Sanat Yönetmeni vardır ve en büyük söz sahibi odur. Bu yeni yönetmelik Genel Sanat Yönetmeninin bütün yetkilerini elinden alıp, onu sıradan bir yönetim kurulu üyesi yapar.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Böylece Şehir Tiyatrosunun ana maddesine “Halkın etik değerlerine uygundur” ibaresini koyan bir kurum haline geliyor. Böyle bir şey mümkün mü? Etik kime göre, neye göre tartışılır. Bu bünyesinde yüz binlerce soru işareti uyandıran bir şey. Bu sanatı bürokrasileştiren ve nalıncı keseri gibi yontan, kurullardan sanatçıları kesinlikle çıkaran, Şehir Tiyatrosu yönetimini toptan, bu işte uzmanlığı deneyimi olmayan şahıslara havale etmek olarak değerlendirilir.


    Bu yeni yapıyı şekillendirebilecek bir kadro var mı?


    Bunu çok önceden beri planlıyorlardı ama planları hayata geçirecek bir kadroları yoktu. Tiyatro camiasından kendilerine yakın bulacakları şahıslar aradılar ama uzak yakın fark etmez sonuçta tiyatrocuydular. Örnek vermek gerekirse danışman Kenan Işık derhal istifa etti.

    Kenan Işık’ın istifası için ne düşündünüz?

    Çok olumlu bulup, taktir ettim. Tam bir ustamız, hocamız, ağabeyimiz gibi davrandı.

    Siyasal otorite tiyatro sahnesinden kendine yakın bir grup elde ederek bu yönetmeliği götüreceğini mi düşündü?
    Düşünmüşler. Bu işin ideolojik kısmı ama burada sanatsal bir durum var. Belediye Başkanı Amerika’ya giderken birkaç cümle sarf etmiş ama altında kendi imzası da yok. Meclis kararını bakan vekâleten imzalamış. Oysa karar başkanın imzasıyla geçecek. “Biz kötü bir şey yapmadık. 5 sanatçıya karşı iki bürokrat koyduk” çıkışı da durumun onun bildiği gibi olmadığını gösteriyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Eskiden şehir tiyatrolarının yönetim kadrosunda bir Genel Sanat Yönetmeni vardı, belediye ilişkileri ve personelden sorumlu bir müdür –ki idari bürokrattır- Şehir Tiyatrosu sanatçılarından seçimle gelen iki kişi vardı.

    Şimdikinde: Yönetim Kurulu Başkanı belediyenin bir Genel Sekreter Yardımcısı… Yani Muhsin Ertuğrul’un koltuğunda bir Genel Sekreter Yardımcısı bir bürokrat… Kültür İşleri Daire Başkanı, üçüncüsü belediyenin atadığı bir idari müdür, meclis üyelerinden biri… Bir de Genel Sanat Yönetmeni. Henüz saydıklarım içinde sanatçı yok farkındaysanız. O işin merkezindeki insanı yani Genel Sanat Yönetmenini sıradan bir yönetim kurulu üyesi yapıyorsunuz. Bu yedi kişilik kadroyu bu şekliyle yedi defa daha dünyaya gelsem kabul etmem. Sanatçıların kendi aralarından seçtikleri iki üyeyi içeren o madde kalkmış, Belediye Başkanı kendi seçtiği iki tane idari personeli atıyor. Yani bir bakıma bu yönetmelik belediyenin inisiyatifine kalıyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Genel sanat yönetmeninin yetkileri idari koordinatöre devredilmiş, ve dışarıdan prodüksiyon satın alma hakkını almış.

    İşin bürokratik boyutu dışında Muhafazakâr sanat inşası mı var?

    Sanatın muhafazakârı olmaz. Fehmi Koru “Parayı veren düdüğü çalar” demiş ya hani, ona Radikal Gazetesi’nde bir cevap verdim. Atasözlerinin yanlış kullanımına çok tanık oldum ama böylesini de görmedim. Bir sanat kurumu için bu söylenir mi! Ancak çalınan da düdük olur zaten fazlası beklenmez.


    Ben bu konularda daha ılımlı yaklaşırım. Bu kraldan çok kralcıların işidir. Kadir Topbaş’ın “Şehir Tiyatrolarını yıkın” gibi bir çıkışının olacağını sanmıyorum. En muhafazakar mimar da olsa yaptığı işin bir yerinde sanat var. Ama altta bir kitle var ki… Tabandan, “din elden gidiyor” söylemleri ile dalga dalga yayılıyorlar. İskender Pala bunun bir örneğidir mesela. Hani onun mazlum, mağdur hikayeleri üzerinden yarattığı bir masum insan portresi var ya… Oyun izlemeden oyun eleştirisi yapan adam! Belli bir görüş var ve kendi kendilerine soruyorlar “Neden bizim de burada alanımız yok, tiyatrocuların hepsi solcu…”

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    İskender Pala deyince Bahtiyar Engin söze karışıyor…

    Orada İskender Pala kilit nokta. Bu konuya ilişkin iki yazı yazdı. “Bu tiyatrolar seçmenin istediği beklediği doğrultuda oyun yapmakla mükelleftir. Çünkü onun parasını da seçmen veriyor” dediğinde kıyamet koptu ama kimse de ciddiye almadı. Bu sefer Pala, dersine çalışıp tekrar konuştu. Bizim toplumumuzun, daha doğrusu kendilerince tarif ettikleri toplumun, bu defa müstehcenliğe karşı yaklaşımına vurgu yaptı. Toplumun örf, adet, ahlaki geleneklerine uymayan oyunlar oynamakla suçladı kurum tiyatrolarını. “Halkın parasıyla onlara uygun olmayan oyunlar” olarak niteledi… Haliyle de kamuoyunda böyle tarif edildi.

     Cem Davran sözüne devam ediyor…

    Ayrıca söyledikleri başka bir yalan daha var. Dünyanın her yerinde, Avrupa’da, ödenekli tiyatroların olmadığını, Devlet ve Şehir Tiyatrolarının azalıp, özellerin arttığı iddiası… Külliyen yalan! Avrupa’da bunun tam tersi olarak devlet 100 katı fazla destek veriyor. Bunu iddia ederken bile yanılıyorlar. Belediyeler, eyaletler, kurumlar buna destek vermekte neredeyse zorunlu. Araştırıp incelesinler. Bu bizim uzmanlığımız olan bir konu.

    Burada asıl olan şu ki siyasal mevcut sistemin gücü fazlalaştı. Bunun yakın örneğini görüyoruz. “Biz ne yapsak oluyor, ben kime vursam yıkılıyor” duruşları çok tehlikeli. Toplum için de, sanat için de… Oralarda bir sürü akil adamın olduğunu biliyoruz, ama onlara bile yapmamaları gereken hataları yaptırıyorlar. Ama bu trajik bir hata!

    Şehir Tiyatroları Kurulu namuslu bir ekipti. Demokratikti. En yakın arkadaşlarımızla daha iyisi için kavga ederdik. Tiyatrocu namusuyla davranılırdı. Ben gelenekçi bir adamım, bu durumda ben muhafazakârım ya da bu konuda muhafazakâr olmak zorundayım. Şehir Tiyatroları geleneğini savunuyorum. Çünkü bugün onu yok ediyorlar. Bu garabet yönetmelik Mecliste hukuk komisyonundaki CHP’lilerden de geçti.


    Yani bunu belli bir ideolojiye sıkıştırmamak gerekir. Elbette benim bir dünya görüşüm var ama ben tiyatroyu hepsinden öne koyarım. Hele Şehir Tiyatrosunun geleneğini her şeyin önüne koyarım. O koskoca dram tiyatrosu yandığı zaman insanların tepebaşında nasıl ağladıklarını gördüm. Dolayısıyla bu yapılan Türkiye’de tanık olduğum en büyük sanat katliamı. Hepimiz hata yapıyoruz, hiç problem değil ama bundan; aklı, vicdanı olan herkes erdemle dönmelidir. Dönmeyeni de tarih nasıl yazacak, düşmanımın başına gelsin istemem. Yanlış yapılıyor ama yanlıştan uygarca dönme huyu bizde yok. Sonuçta bu ülke “İstifa Etmeyenler Ülkesi” ya… Ama asıl olan: Darülbedayi Türk Tiyatrosunun mabedidir ve o böyle bir muameleyi hak etmiyor. Bu tavır ona hakarettir. Çocuklarımıza böyle bir hikâye bırakmayalım.


    “Bu durumun geri dönüşünü sağlamak için en radikal eylem ne olur” sorumuza Yıldıray Şahinler cevap veriyor.

    Bu eylemlere cevap alana kadar devam edeceğiz. Belediye Başkanıyla karşılıklı görüşmemiz lazım. Kurumun patronu gibi görünebilir ama bize de hizmet etmek zorunda. Ben bu eylemlerde bir tiyatrocu gibi yürümedim, bir vatansever olarak yürüdüm. Biz seyircimizle beraber yürüdük ve seyircimiz bizden kat kat fazlaydı. Medyada bin kişi diye anılmışız ama orada minimum 10 bin kişi vardı. Seyirci umulandan fazla tiyatrosuna sahip çıktı. Zaten bir avuç insan olsak susturulmamız kolaydı. Ve bu eylemde binlerce başörtülü kızımız sırtında “Korkuya karşı özgür sanat” yazılarıyla eylemde boy gösterdi. Bu durum bizim yaratacağımız dalganın karşısında durulamayacağını da gösteriyor. Çünkü saldırganlıkla yapmıyoruz. Zaten çözülmesi gereken dertlerimiz vardı, şimdi yeni bir dert eklendi.

    Sansür kurullarına karşıyım. Sanatçıya neyi oynayacağını söyleyemezler, neyi oynayamayacağımızı da söylüyorlar. Biz bu mücadeleyi savunmaya çalışırken yönetim kurulumuza müdahale geldi. Ben sanatımı hiçbir bürokrata sormayacağım, sorsam da cevap alamam.

    98 Yıldan bahsediyoruz. Cumhuriyetin en büyük kurumu bu, diğeri de Darülaceze… “Darülbedayi’yi Darülaceze’ye çevirmeyin” diye bangır bangır bağırıyoruz. Tarihte en sert diktatörler bile sanatçı karşısında hoşgörülüyken ve biz bu sahneyi kötüye kullanmamışken, sahneye yapılan bu muamele içler acısı. Çünkü sahne laf sokma sahnesi değildi, ama sanatın özünde başlı başına bir hiciv vardı. Biz bazı hassasiyetleri önemsiyoruz ve çoğumuz sosyalist olmamıza rağmen sanatı siyasileştirip bir rencide aracı olarak kullanmayız. Zaten aksi olsa, fikri anlamda karşıtlarımız o eylemde gelip bizi desteklemezler.

    Cem Davran sözü Muhsin Ertuğrul geleneğine getiriyor…

    Ben size Muhsin Ertuğrul’un koltuğundan bahsediyorum. Bugüne kadar o koltuğa öyle isimler oturdu ki paramparça oldu o koltuk… Ama öyle ya da böyle, gelenler hep sanatçı arkadaşlarımızdı. İster istemez fevri davranıyorum şu anda. Çünkü bu işin şakası yok. Biz kendimizi yetersiz gördüğümüz için reddederdik. Arkadaş, sen oraya bürokratı nasıl atarsın, onu atayacak yönetmeliği nasıl geçirirsin! Biz burada neciyiz? Kim olursan ol, sanatın karşısında nasıl durursun?

    Bahtiyar Engin işin varacağı boyutu anlatırken endişeli… Ama aramızda asıl bombayı o patlatıyor.

    Evrensel olan bir şeyi mahallî olarak yönetemezsiniz. Sanattan başka alanlarda da bu böyle değil midir? Kendi adıma söylemem gerekirse ailesi tarafından ortaokulu İmam Hatip Lisesinde okutulmuş bir sanatçıyım…

    Cem Davran bıyık altından gülerek “Al işte… Bir de böylesi var” derken, Bahtiyar Engin lafına devam ediyor…

    Herhangi bir dinin dayattığı kurallarla evrensel olan bir şeyi yönetemezsiniz. Burada işlemez! Yönetmeye kalkarsanız da çöker. Sonuçta 4 bin 500 yıllık bir geleneği var tiyatronun ve o geleneğin temelleri de evrensel atılmıştır. Öyle sizin ırkınıza, dininize, renginize bağlı olarak işleyebilecek bir şey değil. Yani bu dönüşüm tiyatronun doğallığına aykırı. Belki de “Muhafazakârız, sanat şöyle değişmeli, buna dönüşmeli” diyen insanların; hem kendilerine, birbirlerine, hem de tabanlarına bunu anlatmaları gerekiyor. Bizim derdimiz burada bağcı dövmek değil, hep beraber bu ülkeye, bu halka yakışır evrensel bir yasaya doğru yola çıkmak. Bu onların da ihtiyacı olan bir şey.

    Çünkü bugün çıkardıkları yönetmelikle yarın başka dünya görüşünden kitlelere de hesap verecekler. Başka dünya görüşünde bir iktidar geldiğinde bu sefer onların çocukları birbirine girecek. Bunlar kendi çocuklarının geleceğini de tehdit eden, kardeş kanı dökecek yaptırımlar. Şimdiden düşünüp akıllıca ve adil bir şekilde toplanıp karar vermeleri, belki de siyasi, idari bütün kavramları ortadan kaldırıp sanatın estetik kuralları doğrultusunda bir karar vermeleri ve hazırlayacaklarsa bu bağlamda bir yönetmelik sunmaları gerekli.


    Yıldıray Şahinler yıllardır bu konuyla ilgili karşılaştıkları manzarayı anlattı…

    Biz aslında yıllar önce bugünün geleceğini söyledik, aynı bugün de, yarın gelecekleri söylediğimiz gibi... Biz, Belediye tarafından Berthold Brecht’in koskoca oyunu Galileo Galilei oyununun sahneden kaldırıldığını gördük. Muhafazakâr sanatın savunuculuğunu yapan İskender Pala bu oyunu sansürleyen bizzat isimdir. Harold Pinter’ın yazdığı Doğum Günü Partisi oyunumuzu sansürledi. Bir rapor gördüm. İnsan anlamadığı bir konu hakkında ancak bu kadar saçmalayabilir. Ben kalkıp divan edebiyatı hakkında bir rapor yazsam o nasıl gülerse, işte ben de ona öyle güldüm. Ama ne hikmetse İskender Pala’nın kötü bir oyunu olan Leyla ve Mecnun belediye tiyatrosunda oynanmıştır. O oyunun oynanması için milyarlarca para harcandı. Bunun parası kimden çıktı, elbet halktan… Pekiyi kendisi bu durumu nasıl açıklar? Kendisi şu anda muhafaza/kâr sanat yapmak için çırpınan biri.

    Bu konuda uzmanlaşmamış biri tiyatro yönetemez, nokta. Dünyanın hiçbir yerinde de bunun örneği yok.

    Yönetmeliğin CHP’lilerin de onayından geçmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Bu konuda CHP’nin de aldatılmış olabileceğini düşünüyorum. Sonuçta yönetmelik çok çabuk geçirildi.
    Cem’in dediği çok doğru, biz kavga çıkarmak değil yanlıştan dönülmesini istiyoruz. Çünkü bu tiyatroyu kendimize de ait görmedik, bu hepimizin sahnesi. Herkese bütün içtenliğimizle bütün samimiyetimizle oyun yapıyoruz ki bu ülkenin Başbakanı gelsin beni seyretsin çok isterim. Ben aynı sahneyi ona da oynarım.

    Aslında bakarsanız bu işi çözecek olan Başbakanken, Erdoğan’ın “ideolojik aktörler” çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?


    Cem Davran cevaplıyor…

     
    Size samimiyetle bir şey söyleyeyim. Benim yaşım artık bunları söylemeye müsait. Ben bu sözlerin korkmadan söylenmesi taraftarıyım, çünkü konuşmadıkça eksik kalıyoruz. Artık ülkede genel bir hava oluştu. Konuşmak isteyenlerin önemli bir kısmı korkuyor. Konuşanların da bir kısmı haklı olarak korkarak konuşuyor. Hem konuşanların hem de korkmayanlar da “Tek konuşan ben miyim yahu” diye düşünüp yoruluyorlar.

    Bir süre sonra bizi konuşmak zorunda bırakıyorlar. Bahtiyar’ı “Ben imam hatipte okudum” demek zorunda bırakıyorlar. Ben de “Benim anam da hacı be kardeşim” demek zorunda kalıyorum. Öbürü “Ben sizden daha fazla Allah’a inanıyorum” demek zorunda kalıyor. Bunlar korkularımızın eseri, haklıyız. Yönetene iyi bir şey söylediğin zaman el bebek gül bebeksin, kötü bir şey söylediğin zaman -anladık bütün yönetenler dikensiz gül bahçesi ister ama- tek bir olumsuz sözünde bittin. Yöneten bir şey yapmasa bile kraldan çok kralcılar sana dalıyor.

    Tiyatrocuların kendi aralarında bir örgütlenme sorunu var mı?
    Bahtiyar Engin cevaplıyor…


    Oyuncular sendikası var. Bin üyeli, devlet ve şehir tiyatrosunda olanlar doğrudan değil fahri üye oluyor. Çok etkin ve iyi çalışan bir sendika var. Biz onun altında da sesimizi duyurmak için haftaya yine meydanlara çıkaracağız.
    “Sadece tiyatrocu ve tiyatroseverler mi bu mücadeleyi yürütecek? Tv oyuncularından destek aldınız mı” sorumuza o ana kadar söze girmeyen Erkan Can’dan yanıt geldi.
    Bu sadece tiyatronun değil sanatın meselesiydi ve sanatla uğraşan pek çok kişi buna katıldı.


    “Sivil toplum kuruluşlarından destek almadınız mı” diye soruyorum ama Bahtiyar Engin beni sorduğuma pişman ediyor.


    Ben bir girişimde bulundum, muhalif olarak gördüğümüz kuruluşlara müracaat ettiğimde, ve durumu izah edip anlattığımda ki daha bu konuyu nasıl izah ederim bilmiyorum, “Türkiye’nin sanat kurumuna belediye bürokratlarının atanmasına karşıyım” cümlesi dışında… Yanıt şu: “Bize durumu izah eden bir mail atın, bizden tam olarak ne istediğinizi açıklayın. Yahu sen, kocaman bir kurumsun. Seni aramama gerek var mı? Sana durumu izah etmeme gerek var mı? Sanki arayıp “benim oğlanı Milli Eğitim’de işe sok” demişim gibi. Derdimi çok net anlatıyorum, sanatçıyı aldılar, bürokratı koydular… ve bana bu cevabı verenler bir Atatürkçü Düşünce Derneği, iki Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, üç CHP İstanbul teşkilatı…

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow