hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    “Bir oyundan fazlası …”

    “Bir oyundan fazlası …”
    expand
    KAYNAKBetül Memiş / Cnnturk.com

    Bu sezonun en çok konuşulan oyunlarından biriydi Craft’ın sahnelediği; “Kalp”…

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Salgın, ötekileştirme, bencillik, yalnızlık ve çaresizliğin bir insanın hayatında neye dönüştüğüne ve dönüştürdüğüne tanık olduğumuz oyunun yazarı Larry Kramer. Mevzu 80’li yıllarda geçiyor ama bugüne yansımasını gelin “Kalp” oyuncularından dinleyelim…

    Hikayeyi biliyoruz zaten, üşenmez de hatırlarsak niyetine mevzuyu arz edip, sonrasında bağlamak istediğim konuya geleceğim… Hazırsanız başlıyoruz! Aralarında Fransız ressam Marcel Duchamp’in de (1887-1968) bulunduğu, dönemin kalıplarından bunalan bir grup sanatçı 1917’de, “Bağımsız Sanatçılar” adıyla bir dernek kuruyor. Dernek, kuruluşunun ardından, “jüri yok, ödül yok” mottosuyla geniş çaplı bir sergi düzenliyor. Sergiye; 1.235 sanatçı tarafından 2.125 sanat eseri gönderiliyor ve içlerinden sadece bir tanesi reddediliyor: “Fountain”. 

    “Bir oyundan fazlası …”

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Duchamp’in tuvalet malzemeleri satan bir dükkandan satın aldığı ve adını da “Foun-tain (çeşme)” koyarak imzasını attığı bu eser, beyaz renkte porselen bir pisuvar. Sergi komitesi “Fountain”in bir sanat eseri olmadığını ve sergilenemeyeceğini belirterek geri çeviriyor. Bu olay, zamanın Dadaistleri arasında bir curcunaya sebep oluyor ve Duchamp, Bağımsız Sanatçılar Derneği'nin yönetim kurulundaki görevinden istifa ediyor. Aslında bu mevzu Duchamp’in ‘ortalığı karıştıran’ ilk eseri de değil: Bu olaydan önce de sanat dünyasında doğru olarak kabul edilen pek çok şeyi defalarca sorgulayarak “sanat nedir?” sorusunu cevaplamak için sanat dünyasına meydan okumuş biri o.

    “Retinal” (sadece göz hazzına odaklanan) sanatı reddeden Duchamp, bunun yerine, sanatı zihne hizmet eden bir araç olarak kullanmak istiyor. Bir röportajında pisuvarı seçmesini şöyle anlatıyor: “Amacım, güzelliği veya çirkinliğiyle herhangi bir şekilde ilgimi çekmeyen bir obje seçmekti. Yani, baktığımda bir ilgisizlik noktası bulmak…” “Fountain”, Duchamp’in ölümünden 36 yıl sonra, 2004’te, 500 sanatçı ve tarihçi tarafından yapılan oylamada “20. yüzyılın en etkili sanat eseri” seçildi. Listede ikinci sırada Picasso'nun 1907'de resmettiği Les Demoiselles d'Avignon (Avignon'lu Kadınlar) adlı tablosu yer alıyordu.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Sanat nedir, ne ve kimin için yapılır, neye sanat denir?” gibi yüzyılın soruları, ki cevabı pek çok akla-akıma göre değişiyor olmasına rağmen, günün sonundaki Z Raporu: sanatın, takipçisini her şekilde iyi ve güzel ettiği! Bugünlerde, gündeminizde hafif bir karıncalanma yahut kayma oluyorsa, Duchamp’in eserlerine yeniden göz gezdirmenizde fayda olabilir, belki kaymalar düzelir ve fikriniz değişir, kimbilir! Gelelim yazımızın sadedine…

    ABD’li ödüllü oyun yazarı, yazar, film yapımcısı, halk sağlığı savunucusu ve LGBT hakları aktivisti (1935) Larry Kramer’in; “Tarih çoğunlukla heteroseksüel insanlar tarafından yazıldı. Eşcinsel insanların tarihin en başından beri yer edindikleri hiçbir kitap yok. Oysa bizlerin en başından beri tarihte yer almadığımızı düşünmek çok saçma…” bu cümleleriydi, bana Duchamp’i yeniden hatırlatan!

    Craft Tiyatro’nun son oyunlarından biri olan “Kalp”in yazarı Larry Kramer. Hikayeyi film olarak “The Normal Heart”tan hatırlayanlarınız olacaktır. Kramer’in Tony Ödülü kazanmış 1985 yapımı, aynı adlı oyununun uyarlaması olan filmin yapımcılarından biri ve yönetmeni ise Nip / Tuck, American Horror Story, Glee gibi yapımların da arkasında olan bir isim; Ryan Murphy. Craft’ta, Hira Tekindor’un çevirmenliği ve İbrahim Çiçek’in yönetmenliğinde sahnede endam eden oyunun; müziklerini Ömer Sarıgedik, dekor ve ışık tasarımını Kerem Çetiner, kostüm tasarımını Nihal Kaplangı, afiş tasarımını ise Zerrin Tekindor üstleniyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Bir oyundan fazlası …”

     

    Oyuna hayat verenlerse; Aras Aydın, Nilperi Şahinkaya, Cem Yiğit Üzümoğlu, Kerem Arslanoğlu, Burak Sarıkahya, Sinan Çatıkkaş, Nejdet Sert, Süleyman Kara ve Soner Kurt. Bizde, kapalı gişe sahnelenen oyunun oyuncularından Aras Aydın, Nilperi Şahinkaya ve Cem Y. Üzümoğlu’na merak ettiklerimizi sorduk…

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Seks dünyada hâlâ bir tabu”

    • Oyunun yazarı Kramer’in; “Tarih çoğunlukla heteroseksüel insanlar tarafından yazıldı…” diye başlayan bir cümlesi var. Bu hikayeye hayat verenler olarak sizin düşünceniz nedir?

    Aras Aydın: Kramer da aktivist bir gay, tıpkı oyundaki oynadığım karakter Ned gibi. Zaten başından beri, tüm ekip olarak; Ned’i yazarken, Kramer’in kendinden yola çıktığına eminiz. Tarih boyunca eşcinsellerin toplumsal değeri hep farklılaştırılmış ve ötekileştirilmiş, azınlık olmaktan öteye gidilemeyen hayatlar yaşamışlar. Kramer’in buna kayıtsız kalmayarak bu oyunu hayata geçirmesi kaçınılmaz bir takdir gerektiriyor. “Kalp” oyunu da tüm bu yaşananları bütün gerçekliğiyle aktardığı için aslında bir oyundan fazlası; bir belge niteliğinde.

    Cem Y. Üzümoğlu: Homoseksüellik insanlık tarihi boyunca var. Sadece insanlar değil, hayvanlarda da homoseksüellik var. Bunu göz ardı etmek ya da bir hastalık gibi görmek doğaya karşı çıkmak olur.

    Nilperi Şahinkaya: Tarih boyunca eşcinselliğin var olduğunu biliyoruz. Üstü kapalı olarak da olsa tarih kitaplarında da yerini almış. Özellikle, Antik Yunan, Fransız Krallığı ya da Osmanlı Dönemi’nde bunun örnekleri var. Edebiyat alanında da mesela Oscar Wilde’ın sevdiği erkeğe yazdığı çok güzel aşk mektupları var ya da Murathan Mungan’ın şiirleri. Eşcinsellik, toplumsal görevimiz olarak dayatılan “üremeyi” desteklemediği için, tarihte hep bir “şehvet” ürünü olarak görülmüş. Ve “şehvet” günah sayıldığı için eşcinsellik gizli tutulmuş. Bana kalırsa; günümüzde hâlâ eşcinsellere zorluk çıkarılmasının sebebi, tarihteki bu basit damgalamalar yüzünden. Homofobikler, eşcinselleri seks düşkünü olarak algılıyor. Ve seks dünyada hâlâ bir tabu, çünkü ahlak kurallarına göre seks; üremek için gerçekleşmeli! Bence, eşcinseller üreyebilseydi, homofobi olmazdı.

    • Metinle ilk buluşmanızda ve sonrasında sahnelediğinizde nasıl bir hissiyattaydınız? Bu süreçte, gündelik hayattaki algınızı tariflemenizi istesem; yaşamınıza nasıl tezahür etti?

    Cem Y. Üzümoğlu: Herhangi bir metni ilk okuduğum zaman ister istemez aklımda her karaktere dair çıplak bir bütünlük oluşuyor. Hiçbir kimliğe bürünmemiş çıplak bir varlık. İnsan değil hâlâ ama insani bütün özelliklere sahip. Yürüyüşünü, oturuşunu, görünüşünü görüyorum ama onu tanımıyor ve düşünce yapısını anlayamıyorum. Sonra zihnimdeki o varlık, prova süresi boyunca yavaş yavaş benim adımlarım ve bakışlarımla birleşiyor. Dönem araştırmasını doğru bir şekilde yaparak -bundan kastım sadece tarihsel ve enformasyon araştırma değil, aynı zamanda bu bilgilerin içindeki bana çarpanı araştırmak- bir düşünce yapısı beliriyor ve böylece bir karakter oluşuyor.

    Nilperi Şahinkaya: Metni okuyunca, devletin AIDS’i bir “gay hastalığı” olarak görüp, maddi manevi hiç bir katkıda bulunmadığını, ayrıca domuzların ve birçok eşcinselin köpeği olduğu için köpeklerin spermini incelemeyi tavsiye eden doktorların olduğunu öğrendim. Bu kan dondurucu bir gerçek ve tüm bunlar 1980’lerde, Amerika’da gerçekleşiyor. Prova sürecinde, hastalanmış eşcinselleri “tedavi amaçlı” karantinaya alıp, ölüme terk ettiklerini öğrendim. 1930’ların Nazi döneminden hiç bir farkı yok! Burada Hitler ya da Amerikan hükümeti gibi tüm gücü eline almış insanlardan ya da eğitim görmüş olarak bildiğimiz doktorlardan bahsediyoruz. Hastalıklı algılara prim verildiğini, kocaman toplumların sürü psikolojisiyle korkunç düşünce biçimlerini benimsediğini gördükçe adeta kanım donuyor.

    Aras Aydın: Metin ilk elime geçtiğinde, tamamen yabancı olduğum bir durumla karşı karşıya olduğumun farkındaydım. Başka bir kimliği tanımlamak, yaklaşmak, hissetmek, araştırmak benim için bambaşka bir deneyim olacaktı. Oyundaki bütün karakterler nakış gibi işlenmiş ve herkesin gerçekten bir derdi var. Gizli gay’lik, ölmekten korkmak, siyasi yapıda aşağılanmak vs… Dört aylık prova sürecinde müthiş keyifli zamanlar geçirdik. Gururla çıktığım yolda, yeni dostluklar biriktirerek, birlikte çok güzel şeyler başardık, başarmaya da devam edeceğiz.

    “Bir oyundan fazlası …”

    “Mesele eşcinsellik ya da AIDS değil!”

    • 1980’lerde geçen bir hikayenin, bugünün jargonunda ve kadrajında günümüze yansımasını nasıl yorumluyorsunuz?

    Aras Aydın: Maalesef, bugün de değişen bir şey yok; bu sorun dünyanın her ülkesinde yaşanıyor. Mesele eşcinsellik ya da AIDS değil; mesele toplumun dil, din, ırk, renk, cinsel kimlik gibi özellikleri yüzünden belli grupları ötekileştirip, yok sayması!

    Cem Y. Üzümoğlu: Bu konuya ne kadar geri kalındığının bir göstergesi olarak yorumluyorum. Anadolu’da insanlar daha bu hastalığın varlığını bilmezken, bir anda ölümle burun buruna geliyorlar. Evet, tıp o döneme göre küresel olarak ilerledi ama iki örnek dışında gerçekten olumlu bir tedavi yok. Hastalığı yok etmek bugün ne kadar mümkün bilmiyorum ama hastalığı önlemek ve bu hastalıkla yaşamak mümkün. Bizler bir farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Ama tabii ki amacımız bu kadar basit değil!

    Nilperi Şahinkaya: 2019’da bu oyunu sahnelemek bana şunu düşündürdü: Acaba günümüz Türkiye’sinde sadece eşcinsellerin yakalandığı bir hastalık çıksaydı, ne olurdu? Aynı şeyler yaşanır mıydı, yoksa kanla başla tedavisi araştırılır mıydı? Cevabını bu röportajı okuyanlara bırakıyorum. Bunun dışında, oyunumuzda bu virüsün getirdiği yıkımı bir eşcinsel çiftin aşkı üzerinden izliyoruz. Aşkın tarih boyunca var olmadığı hiç bir zaman olmamış. Aşk hep var, hep de olacak! Bu bakımdan da oyunumuz zamansız.

    • Önceki yıllara nazaran LGBTİ kadrajında derdini anlatan hikayelerin sahnede yer bulup, seyirci tarafından daha da iştahla takip ediliyor olmasını neye bağlıyorsunuz? Bir de, bu kadar alkış ve full seyirci kapasiteli izlencelerden ortaya çıkan fotoğraf; anlaşılıyor olması mı yoksa popüler sistemden bu dertler, sorunlar da nasibini sadece görsel-imajlar dünyası olarak alıp, akıştaki yerini mi buluyor?

    Cem Y. Üzümoğlu: Artık insanlar bilinçlenmeye başlıyor ve insanlar, insan oldukları için kabul ediliyorlar. Herhangi bir kimliğe veya yönelime bağlı kalmadan, bir normalleşme gerçekleşiyor. Belki çok küçük oranda ama en azından bir oranda... Açıkçası seyircinin oyundan ne alımladığını bilmiyorum, orası beni aşan bir durum. Ama tiyatro bir deneyimdir ve en kapalı kalpleri bile kırabilecek naif bir güce sahiptir. Değişim kaçınılmazdır.

    Aras Aydın: Bence, oyun LGBTİ dertlerini anlatmıyor. Eşcinsel erkekler üzerinden toplumların ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyor. Dışlanmış, hor görülen, umursanmayan ve aşka değer veren her birey, kendinden bir parça bulabiliyor bu oyunda.

    Nilperi Şahinkaya: Eşcinsellik dünyada bir merak konusu. İnsanlar merak ediyor, anlayamayanlar anlamaya çalışıyor. Youtube’da eşcinsellere sorular sorulduğu videolar gördüm ve hepsinin izlenme oranı çok yüksek. Toplumda konuşulamayan her şey çok çekici… Bence, dünya çapında iyiye gidiyoruz. İnsanlar dışlamaktan bıktı, artık bunun cehalet olduğunu biliyorlar; artık anlamak, öğrenmek, dinlemek istiyorlar. Onlara bunu da en iyi sanatçılar anlatabilir.

    “Bir oyundan fazlası …”

    “Bu yarışa şahit olmak istemez misiniz?”

    • Oyunun yönetmeni Çiçek, bir söyleşisinde; “Ben gerçeğin peşinde koşan ve sahnede yalan söylemeyen oyuncular izlemek isteyen bir yönetmen / seyirciyim. Aşk ve sevgi ortak duygular olduğu için onun peşinden koştuk.” diyor. Sizler ne söylemek istersiniz?

    Nilperi Şahinkaya: İbrahim de kalbiyle bakan ve yöneten biri; prova sürecinde, bizden sadece kalpten oynamamızı istedi. “Hissettiğiniz kadarını oynayın, zaten en iyisi o olacaktır” dedi.

    Aras Aydın: İbrahim benim tanıdığım, bu yaşta başarıya sahip olmuş, en acayip adam. Bir rolü çalışırken, insanın kaynağına, yaralarına, acılarına, mutluluklarına kısacası; insanın biyolojik ve ruhsal tüm fonksiyonlarına hitap edebilen birisi. Onun tecrübelerinden yararlanabildiğim için mutluyum. Prova sürecinde bana söylediği bir cümle vardı: “Ben, senin sahnede hiçbir şey yapmadan, birçok şeyi anlatabilmeni seviyorum, karşındakini dinleyebilmeyi çok iyi başarıyorsun.” İnanın bana, tek kaynağım ve motivasyonum buydu. Aşk yaşanılan en yüce duygu, bunu en yetenekli partnerlerle paylaşmak da ayrıcalıklı benim için.

    • Oyunu daha dikize yatmamış seyirciler için bir cümle ile tariflemek gerekirse ne söylerdiniz?

    Aras Aydın: Aşka, sevgiye dair açlığı, ihtiyacı çok fazla olan bir adam zamanla yarışıyor. Bu yarışa şahit olmak istemez misiniz?

    Cem Y. Üzümoğlu: Ne olursan ol, yine gel.

    • Hikaye, içerik bakımında ağır ve derdini derinden anlatan bir mevzu, hazırlık aşamasında ne gibi çalışmalara başvurdunuz? Bu süreçte mesleki olarak sizlerde ne gibi algı değişiklikleri oldu?

    Aras Aydın: Ben kalbiyle oynamayı seçen, tüm dertleri sahnede empati ile iletmeye çalışan bir oyuncuyum. Dolayısıyla dertleri benimsemek, içselleştirmek bir hayli yoruyor diyebiliriz. Hâlâ oyundaki bazı arkadaşlarımız oyun bitiminde, kendini toparlayamıyorlar, fazla dinlemek bitkin düşürebiliyor.

    Cem Y. Üzümoğlu: Prova dönemi keyifli olduğu kadar, zor bir süreçti de. “Bittik ama iyi oldu” dediğimiz, onlarca prova hatırlıyorum. Hep daha üstüne ve daha derine inmek için çalıştık ve bu adanmışlık oyun süresi boyunca en büyük amacımız oldu. Her oyun yeni bir dünya... Bildiğimiz, çalıştığımız, hazır olduğumuz dünyanın alışık olmadığımız nüanslarıyla ilgilenmeye, birbirimize kalbimizi açmaya ve orada olmaya çalıştık ve çalışıyoruz. Bazen sürecin içinde bulunmak ağır gelse de bildiğimiz bir şey var ki hep daha üstüne çıkıyoruz.

    “Aşk cinsiyetsiz bir duygu durumudur”

    • Şimdi oyunda can verdiğiniz karakterler bu masada olsalar ya da üst komşunuz olsa; ona ne söylemek isterdiniz?

    Aras Aydın: Ned Weeks masamda olsa; “Ne olur, biraz sus!” derdim. Ama yine de haklı olduğu davada kendisini savunmak için elimden gelen desteği verirdim.

    Cem Y. Üzümoğlu: Nasıl hâlâ gülümsemeyi başarabiliyorsun?”

    Nilperi Şahinkaya: Emma’ya; “Hırsının gücünü çalmasına izin verme” derdim. Hırs müthiş bir enerji ve yaratım kaynağı ama sabretmek gerektiği yerde auto-sabotage’a (oto-sabotaj) dönüşüyor. Virajlarda yumuşamak lazım!

    • Theodoros Terzopoulos; “Yaşadığımız dönemde evrensel olarak politik, sosyal ve kültürel görünüm dönüşüme uğramış bulunuyor. Türdeşleşen tiyatro, 20. yüzyılın büyük ekollerinin etkisinden ve kendisine özgü özelliklerinden mahrum bırakıldı. Tiyatronun giderek artan oranda ticarileşmesi fikri ile birlikte farklı ekollerin bireyselliği ve oyun yazarlarının ayırt edilebilirliği ortadan kalktı. Artık tiyatronun sabit bir referans noktası, kökleri ya da ulusal kimliği yoktur…” diyor. Siz genç oyuncuların söylemek istediği bir şey var mı?

    Nilperi Şahinkaya: Çağımızda ekollerin ve kuralların yıkılmadığı hiç bir sanat dalı yok. Aslında başarılı yeni ekoller sınırları yıkarak oluştu. Hiçbir düşünce ve doğurduğu sonuçlar sabit kalamaz. Kültürler ve bu kültürleri yansıtan sanat dalları, evrilmek için “yerinden oynatılmak”, “akışkan” olmak zorundadır. Tabii ki her madalyonun öbür yüzü de var: Sınırları yok etmek daha iyi eserler doğururken, diğer taraftan da deformasyon kurbanı ürünler ortaya çıkıyor. Her şeyin daha iyisine ve aynı zamanda daha kötüsüne gidilecektir. Seçimi her zaman seyirci yapacak.

    Cem Y. Üzümoğlu: Terzopoulos’u çok beğenmekle beraber çok da katılıyorum. Yılda 10 - 15 arasında dişe dokunur oyun yazılıyor, ama sadece İstanbul’da, 200’den fazla yeni oyun prömiyer yapıyor. Bunların aşağı yukarı 190 tanesi yabancı oyun. Kimisi eski, kimisi yeni ve onların içinde evrensel hikayeyi bulmak her zaman olası olmuyor. Bu kadar çok tiyatro oyunu çevirileriyle uğraşacağımız yere, bu coğrafyanın hikayesiyle yeni oyunlar yazsak, Terzopoulos’un söylediği şeyi ortadan kaldırabiliriz. Belki de küreselleşme tiyatroyu değişime uğratacak, zamanla başka bir tiyatro doğacak. Ama böyle bir durumda bile biz kendi tiyatromuzun eksikliğini çekiyor olacağız.

    • Son olarak oyuna yahut hayata dair söylemek istediğiniz, ‘bu da var’ dediğiniz bir mevzu varsa paylaşmak isteriz…

    Cem Y. Üzümoğlu: Biz gerçek bir aile olduk, birbirimizi görmesek özlüyoruz, beraber ısınmasak tam ısınmamış gibi hissediyoruz. Biri ağlasa, diğerleri onu güldürüyor. Ben, “Kalp” ailesiyle sahip olabileceğim her şeye sahibim. İyi ki varlar.

    Aras Aydın: İbrahim’in prömiyerde bir sözü vardı söylediği: “Kimse lütfen bu oyuna cesur bir oyun demesin...” Aşk cinsiyetsiz ve tarifsiz bir duygu durumudur. Gelin, yetenekli arkadaşlarımı, çaresizliği, umudu, çabayı, sevmeyi, sevilmeyi, 80’leri ve “Kalp” ekibini bilmem kaç bpm ile izleyin!

    Detaylar ve program için: https://tiyatrocraft.com

     

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow