"Kürtaj hakkı kadınların yaşam hakkıdır"
Başbakan Erdoğan'ın "Kürtaj cinayettir, sezaryene karşıyım” açıklamaları kadın örgütlerinden tepki toplamaya devam ediyor. Türk Tabipleri Birliği Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu ile İstanbul Tabip Odası, Erdoğan'ın kürtaj ve sezaryen ile ilgili sözlerine tepki gösterdi.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu kürtaj ve sezaryenle ilgili tartışmalara bir basın açıklamasıyla yanıt verdi. Açıklamada kadınların devlete değil, kendilerine ait olduğu vurgulandı.
Açıklamada şu görüşlere yer verildi:
"AKP’nin kadın düşmanlığı politikalarının son göstergesi, kürtaj hakkının budanması girişimi olarak somutlandı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı'nın uygulanmasına ilişkin 2012 Uluslararası Parlamenterler Konferansı kapanış oturumunda yaptığı konuşmada “Sezaryenle doğuma karşıyım. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum” dedi. Bununla da yetinmeyerek, “Sezeryan ve kürtaja karşıyım. Bunu söylediğimde bana karşı çıkan basın mensupları, yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz! Ben de diyorum ki, her kürtaj bir Uludere’dir!” diye buyurdu.
Kadınların kaç çocuk doğuracaklarını, nasıl doğuracaklarını belirlemeye kadar varmış olan baskılar, kadın mücadelesinin tüm kazanımlarına uzanacak gibi görünmektedir. Bu açıklama; “en az üç çocuk doğurun, o da yetmez beş çocuk” çağrısıyla kadınları eve kapatmaya yönelik dayatmanın, gerekirse kürtaj yasağı ile ve zor yoluyla uygulanmak istediğinin de göstergesidir.
Failleri hala bulunmamış olan Uludere ile kürtaj arasında benzerlik kurulması, hem Uludere’de yakınlarını kaybetmiş olanların üzüntüsüne aldırmamak, hem de hedef saptırmak anlamını taşımaktadır. Bu iki durum arasında fark görememek mümkün değildir.
Kadınlarla erkeklerin eşit olmadığına inanan, bunu her fırsatta dile getiren iktidarın amacı, kadınları aile içinde ikincil konuma hapsetmek, sermayeye ucuz, güvencesiz işgücü oluşturmak, boğaz tokluğuna çalışacak binlerce işsiz yaratmaktır. Gereğinde savaşa sürülecek askerler olarak hazırlanacak işsizler ordusunun iyi bir eğitim sistemine ihtiyacı olmayacağı, eğitim sistemindeki değişikliklerle ortaya konmuştur.
Tüm dünyada nüfus politikaları ataerkil kapitalist sistemin ihtiyaçlarına uygun biçimde kadın bedenleri üzerinden, kadın cinselliği ve doğurganlığı denetlenerek sürdürülür. Tarih boyunca erkek egemenliğinin tahakküm nesnesi kadın bedeni olmuştur. Kadınların doğurganlıklarını kontrol altına almak, ailede her zaman cinsiyetçi iş bölümü, hiyerarşi ve baskıyı gerekli kılmıştır. Kadınların ev içinde harcadıkları karşılıksız emek, hem erkek egemenliği, hem sermaye açısından gerekli olduğu kadar, doğurganlıklarının kontrolü de nüfus politikalarının vazgeçilmez aracıdır. Nüfusu azaltma veya arttırma politikaları kürtajın yasal olması ya da kısıtlanması politikalarıyla paralellik taşımaktadır.
Uluslararası hukukta tanınmış tüm haklar, kişinin tam ve sağlıklı olarak dünyaya gelmesi ile başlar. Kadınların kendi varlıklarını koruma ve özgürce sürdürme hakkı, potansiyel (henüz oluşmamış) haklara göre daha üstündür.
Kürtaj hakkı; kadınların kendi bedenleri ve doğurganlıkları üzerinde söz sahibi olmasının ayrılmaz bir parçasıdır.
Gebelikte ve doğumda bedensel riskleri üstlenenler, doğumla birlikte hayatları sonsuza dek değişecek olan kadınlardır. Hamileliğin bedenlerinde sürmesi bir yana, çocuk bakımı da cinsiyetçi iş bölümü gereği karşılıksız bir görev olarak kadınlara verilmiş durumdadır.
Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlığın bir hak olmaktan çıkarılıp ücret karşılığı elde edildiği, bireysel bir sorumluluğa dönüştürüldüğü ülkemizde, kadınların sağlık, iş, barınma güvencelerinin yetersizliğini görmezden gelerek kürtaj hakkına kısıtlama getirilmesi hem kadınların, hem bebeğin sağlığını ve geleceğini ataerkil kapitalizmin çıkarları için feda etmek demektir.
Sağlıkta Dönüşüm Programı ile yapılan düzenlemeler, kadınların gebeliği önleme hizmetlerine ulaşmasını ve kürtaj hakkından yararlanmasını güçleştirmektedir. Daha önce bu hizmetlerin verildiği AÇSAP (Aile ve Çocuk Sağlığı Poliklinikleri) ve TSM (Toplum Sağlığı Merkezleri) sayıca azaltılmıştır. Sağlığın ticarileştirilmesi sonucu hastanelerdeki aile planlaması hizmetleri ücretli hale getirilmiştir. Birçok devlet hastanesi ve hatta özel hastanede “isteğe bağlı kürtaj” yasal olduğu halde yapılmamaktadır.
Kürtajın yasal süresi, pek çok ülkede 12 hafta iken Türkiye’de 10 haftadır. Ne var ki, sağlık kuruluşları fiili olarak kürtajı sekiz haftaya kadar yapmakta ve yasal hak açıkça devletin sağlık hizmetleri kanalı ile ihlal edilmektedir. Uzun süredir fiilen yürürlükte olan kürtaj hakkı gaspının, önümüzdeki süreçte bir yasaklamaya dönüşmesinden endişe duymaktayız.
Sezaryen ise bir doğum yöntemidir. Doğumun ne yolla yapılacağı annenin ve çocuğun sağlığı göz önünde tutularak planlanır. Bu konuda devletin müdahalesi abesle iştigaldir. Başbakanın değerlendirmesi ise bilimsel olmaktan uzaktır.
Bugün dünyada her yıl yaklaşık 46 milyon kürtaj yapıldığı, bunun yarısının yasal olamayan kürtajlar olduğunu, bunların üçte ikisinin ise uygun olmayan koşullarda yapıldığını biliyoruz. Gebeliğe bağlı ölüm oranlarında güvensiz koşullarda yapılan kürtajın etkisi ilk sıradadır.
Suç olan kürtaj değil, kadınların hayatlarını riske atacak tehlikelere zorlamaktır.
Kürtaja sınırlama getirmek, erkek egemenliğinin, AKP’nin muhafazakar politikaları yoluyla ev içinde kadın emeği üzerindeki baskıları arttıracağını, kadınların emeklerine el konmasının yanında, bedenlerine de el konarak kadın düşmanlığını katmerlendireceğini göstermektedir.
Kürtaj hakkı erkeğin /devletin kadın bedeni üzerindeki vesayetinin kaldırılması hakkıdır.
Doğum kontrol yöntemleri pahalıdır, ucuz yöntemler ise, kadınların sağlık hakkını ve yaşama hakkını riske atmaktadır. Bu nedenle, daha yüksek standartlarda doğum kontrol yöntemlerine tüm kadınların ücretsiz ve kolay erişimi sağlanmalıdır.
Kürtajın yasal bir hak, bir seçim özgürlüğü olarak savunulması kadar, sosyal bir hak olarak savunulması da yaşamsaldır. Çünkü kadınlar için özgür, ücretsiz, ulaşılabilir, yasal bir kürtaj hakkı aynı zamanda yaşam hakkıdır. Kadınlar devlete değil, kendilerine aittir!"
İstanbul Tabip Odası da açıklama yaptı
Bu arada İstanbul Tabip Odası da konunun uzmanlarının katıldığı bir toplantıyla açıklama yaptı. Ortak basın açıklamasını okuyan Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) İstanbul Şubesi Başkanı Prof. Dr. Atıl Yüksel, tüm dünyada ve Türkiye'de sezaryen oranlarında artış görüldüğünü vurguladı.
Yüksel, Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) önerdiği yüzde 15'lik sezaryen oranlarının hiç bir ülkede tutturulamadığını ve artışın sürdüğünü dile getirdi. Yüksel, "Sezaryen, tıbbi gereklilik halinde anne ve bebek yaşamını kurtarıcı bir operasyondur. Tıbbi gereklilik dışında sezaryen oranlarının azaltılması için tüm dünyada çalışmalar sürdürülmektedir. Bu çabalara karşın, anne isteği ile sezaryen yapılması yine pek çok Batı ülkesinde yasal olarak uygulana gelmektedir" diyerek, Türkiye'de ortalama sezaryen oranlarının yüksek olduğunu ve düşürülmesi için önlemler alınması gerektiğini söyledi.
Prof. Dr. Yüksel, konunun uzmanı olan kurumları sıralayıp, bu kurumların da sezaryen oranlarının yüksek olduğu ve düşürülmesi gerektiğini kabul ettiklerini belirterek, "Ancak bu kabul camiamızı hayretler içinde bırakan 'Sezaryeni bir cinayet olarak görüyorum' cümleciğini kabul etmek anlamına gelmemektedir. Sezaryen bir tıbbi müdahale olup, cinayet olarak tanımlanamaz. Tıp dışı çevrelerin sezaryen oranlarındaki artışı sorgulama ve eleştirme haklarını kabul etsek de, Başbakan ya da bir başka siyasetçinin sezaryeni bir cinayet olarak tanımlamasını çok yadırgıyoruz. Sezaryeni yapan hekimlerin de cani olmasını gerekli kılan bu tanımlamayı kınıyor ve bir dil sürçmesi olmasını diliyoruz" dedi.
Kürtaj konusunu da değerlendiren Yüksel, "Yasalarımızın yurttaşlarımıza hak olarak sunduğu 10 hafta altındaki kürtaj uygulamalarının 'cinayet' olarak tanımlanmasından duyduğumuz rahatsızlığı dile getiririz. Kürtaj, cinayet değildir. Bugüne kadar binlerce vatandaşımız, sosyal ve ekonomik açıdan uygun durumda değillerken oluşmaya başlayan gebeliklerinde yasaların onlara verdiği hakka dayanarak ve kendi istekleriyle gebeliklerine son verdirmişlerdir" diye konuştu.
Yüksel, "Yurttaşlarımız bu hakka kavuşmadan önce, yani kürtaj yasakken, istenmeyen gebeliklerin şimdiki gibi hastanelerde ve gerekli sağlık koşullarına sahip yerlerde değil, köşede bucakta, bilgisiz kimseler tarafından, rahime olmadık maddeler sokularak sonlandırılmakta olduğunu ve bu tür girişimlerin sıkça anne ölümleriyle sonuçlandığını hatırlatmak isteriz" uyarısında bulundu.