'Taht Oyunları'nda son perde... ‘Game of Thrones’ un oyuncularıyla buluştuk
Böyle büyük bir tutkuyla sadece ‘Star Wars’u izledim bugüne kadar. Ama o hikâye bize çocukluğumuzdan yadigârdı. Bu tür bir şeyi, bırakın bir filmi, bir televizyon dizisi için hissedeceğime asla inanmazdım. Ama oldu; 10 yıldır fanatikçe, tekrar tekrar ‘Game of Thrones’ izliyorum. Yalnız değilim. Bu yazıyı okuyan birçok kişi aynı durumda. George R. R. Martin’in fantastik hikâyesi kasıp kavurdu dünyayı. Dizisi ise televizyon tarihinin en görkemlisi oldu. Dünyanın çalkantılı bir döneminde milyonlarca kişiyi ekrana bağladı, kaçış duygusu yaşattı, bir şekilde iyi geldi hepimize. Son sezonu bu gece 04.00’te başlıyor. Büyük final öncesi Londra’da, dizinin kadrosuyla bir araya geldik. 7-8 kişilik uluslararası bir gazeteci grubuyla yuvarlak masaya oturduk. Oyuncularla sabahtan akşama kadar sohbet ettik, tartıştık. Kış geldi, bakalım sırada bahar mı var yoksa felaket mi?
Emilia Clarke (Daenerys Targaryen):
İnsanlar üzerinde iktidar sahibi olmak ve evrensel anlamda doğru olanı yapmak mümkün mü? Dizinin meselesi bu...
Bugün konuşacağımız en büyük yıldız o. Böyle düşünen sadece ben değilim. Yapımcılar da açıkça belli ediyor. Fotoğraf çekimine bir tek o katılmıyor.
“Emilia Clarke geliyor” dediklerinde sandalyenin arkasına astığım ceketimi giyiyorum. Şaka değil; ‘Khaleesi’ geliyor: Targaryen Hanesi’nden Daenerys Fırtınadadoğan, İsminin Birincisi, Yanmayan, Andallar’ın ve İlk İnsanların Kraliçesi, Büyük Çim Denizi’nin Khaleesi’si, Zincirkıran ve Ejderhaların Annesi...
Birçok ünlüyle söyleşi yaptım, işim bu. Ama elim ayağıma dolanıyor, kalbim küt küt atıyor. Bu dizi bizi nasıl bu hale getirdi, inanılır gibi değil!
Bakmamaya çalışıyorum
ama elimde değil
Emilia Clarke giriyor odaya. Bordo bir üst ve ceket... Kısa küt sarı saçlar, minyon, sevimli bir genç kadın. Dudakları dolgun, dişleri bembeyaz ama yapılı değil. Sol elinin ortaparmağında ince sade bir yüzük, sağ bileğindeyse bir dövme var. “Bu bana mürekkeplendi hayat boyu” diyor dövmeye bakınca... Mavi gözlerinde sanki alevler yanıyor. Çok dikkatli bakmamaya çalışıyorum güvenliği (ya da ejderhaları) çağırmaması için ama elimde değil!
Genel aurası şöyle: Ufak tefek olmasına rağmen gözleri, gülümsemesi ve etrafa saçtığı enerjiyle ‘Khaleesi’ havası var. Özellikle erkek okurlara söyleyeyim: Sözünden pek çıkmaz, arkasından savaşa girersiniz... Bu tamamen onun tercihlerine ve keyfine bağlı diye özetleyebilirim karizmasını.
Soruyorum:
Size baktığım zaman güzel mi güzel, sevimli bir genç kadın görüyorum...
- Aaa, çok teşekkür ederim!
Ama ‘ejderhaların annesi’ gelmiyor insanın aklına açıkçası. İçinizde böyle bir şey gizli mi? Yoksa bu tezat bir ‘casting’ dehası mı? Nasıl aldınız bu rolü?
- Deneme çekiminde iki sahne vardı. Biri ilk sezonda abimin bana vurduğu ve benim kendimi savunduğum sahne... Diğeriyse ateşin içine yürümeden önce ‘Khalesaar’a yaptığım son konuşma... Bu ikisinde denediler beni. Sahnede çok sakin olabiliyorum, bir role bürünürken ayaklarımın yere sağlam bastığını hissediyorum. Bir dinginlik geliyor, bence bu bir güç. Galiba bu kıvılcımı gördüler.
Rolü kabul edince derin araştırmalara giriştiniz mi? Kitapları okudunuz mu?
- Aman Allahım, hem de nasıl! İlk kitabı altı kez okudum. Üzerine notlar aldım ve gittiğim her yere taşıdım. İlk sezondan bu yana hâlâ yanımda bu kitap.
A, bu kitabı görebilecek miyiz?
- Hayır! Söylememeliydim bunu! Çok utanırım, kendi kendime aldığım komik notlar... Bir de ‘Arabistanlı Lawrence’ı izledim çok. O filmden ilham aldım.
İlginç... Peter O Toole’dan mı?
- Tabii. Çünkü bütün mesele güç ve iktidar. Bir insanın evrilmesi... Büyümesinin onu nereye götürebileceği... Bir kitlenin üzerinde iktidar pozisyonunda olmak... Gerçek bir güç sahibi olmak... Ve evrensel olarak ‘doğru’ kabul edileni yapabilmek... Bu mümkün mü? Dizinin temel sorusu bu bence. Birine güç verildiğinde görüşleri, gerçek algısı ne kadar bulanıklaşır? Kendisini düşünmekten vazgeçer mi? Özverili olabilir mi?
Sohbetten notlar...
Bu rol derime kazındı, kurtuluş yok, hep bir parçam olacak
* Bazen sokakta ”Khaleesieee!” diye bağırıyorlar. Ama genelde benden çekiniyorlar galiba. Önümde diz çöken ya da “Bak işte bu ejderha kostümüm” diyen olmadı.
*Bu işe başladığımda çocuktum. Dizinin ne olacağıyla, film endüstrisiyle, Hollywood’la ilgili en ufak fikrim yoktu. Günlük işimden kalkıp geldim. Altıncı, yedinci sezondan sonra kavramaya başladım işin büyüklüğünü.
*Daenerys, abisinin tacizine uğrayan bir köleydi işin başında. Şimdi bir kraliçe! Bu göz kamaştırıcı bir şey. Kadınlar çığır açan işler yaptı bu dizide, bununla gurur duyuyorum. Genç kızlar ilham alıyorsa çok mutlu olurum.
*En sevdiğim sahne üçüncü sezonda, ilk kez, “Dracarys!” (Ejder ateşi!) diye bağırdığım an. Daenerys’in bir fikri vardı ve ilk kez kimseye danışmadan uyguladı. O sahneyi çekerken müthiş hissettim. Çok özgürleştirici, şahane bir histi.
*Hatırladığım en güzel an, bir gün çekime ara verildiğinde herkesin plastik şişeyle futbol oynamasıydı. Tüm o karakterleri getirin gözünüzün önüne! Harikaydı!
* Bir oyuncu kendini asla bugünün başarısıyla değerlendirmemeli. Bu anahtardır. Yoksa birdenbire kendini doktorun karşısında “Ne yaptım ben” derken buluverirsin.
* Sekizinci sezonun senaryosunu okurken, “Evet vakit geldi, bitiyor” dedim. Kendi kendime içimden veda ediyorum bir şekilde her gün. “Bitiyor” diyorum. Hayatımın 10 yılı... Dizi bitiyor ama bu rol derime kazındı. Kurtuluş yok, hep bir parçam olacak benim.
Gemma Whelan (Yara Greyjoy):
Abimle kurduğum ilişki bu role bir şeyler katmıştır
‘Yara en sevdiğim karakterlerden. Onu canlandıran Whelan gözlerini uzaklara dikmiş sessizce oturuyor yanımda. Esrarengiz bir tip... Dizide sert, gözüpek bir savaşçı. Savaş meydanlarında, kılıç kavgalarında, erkeklere kök söktüren, genelevde bira içen bir kadın... Buradaysa hanım hanımcık İngiliz asaleti...
Hapı yuttum!
Kadronun büyük bölümünün Britanyalı olması boşuna değil. Kendileri de canlandırdıkları karakterler kadar derinlikli, romantik ve zarifler. Az makyaj, sade bir stil, dingin bir çekicilik... Göze batan, rahatsız eden hiçbir şey yok. Soruyorum:
‘Yara’ konvansiyonel bir karakter değil. Gördüğümüz tiplemelere benzemiyor. Bu rolü nasıl görüyorsunuz? Neden ilham alıyorsunuz?
- Merak ettim, sizce neden konvansiyonel bir karakter değil?
(O, bunu der demez anlıyorum, hapı yuttum! ‘Yara’ karakteri biseksüel. Sorumun altında yatanlardan biri bu muhtemelen. Bakalım nasıl kurtaracağım kendimi? Gerçi Hürriyet Pazar’dan idmanlıyım. Politik doğruculukla bağdaşmayan bu tür yorumlarımı az ağzıma tıkamadı genç editörlerimiz. Toparlamaya çalışıyorum.) E işte, hedonist. Demir Adalar’ın ilk kadın lideri, epey maskülen, lezbiyen... Çok alışılageldik bir karakter değil...
- Doğru, çok görülmediler ama toplumda çok sayıdalar. Yara için ‘lezbiyen’ demezdim, iki cinsten de hoşlanıyor, bunu söyledi dizide. Kardeşini çok seviyor. Aile bağı istiyor. Kardeşi çok küçük, masum bir çocukken evinden alınmış. ‘Yara’nın şefkati ve sevgisi onu kardeşini kurtarmaya yöneltiyor. Bu çok güzel ve insani bir şey.
Sizin kardeşiniz var mı?
- Evet bir abim var.
O aklınıza geliyor mu oynarken?
- Evet ama ensest boyutu değil tabii! Çok güçlü bir sevgi bağımız var. Şimdi Kanada’da yaşıyor. Onun için her şeyi yaparım. Büyürken çok yakın değildik, sonra iyice yakınlaştık. Kavga ederken bile büyük bir sevgi var aramızda. Doğru, eminim bu role bir şeyler katmıştır bu ilişki.
Nikolaj Coster-Waldau (Jaime Lannister):
Finali okuyunca çok memnun oldum, izlemek için sabırsızlanıyorum.
‘Jamie Lannister’ yani Danimarkalı aktör Nikolaj Coster-Waldau dizidekinden bile havalı. Tam gıcık bir yakışıklı. Buram buram özgüveniyle gerçek bir ‘Lannister’. Yanımdaki Fransız gazeteci, onunla ilk sezon söyleşi yaptığını söylüyor ve ekliyor: “Aradan geçen sürede yaşadığı değişimi anlatamam!” Burnu kalktı demeye getiriyor. E olur o kadar. Biraz ukala, tamam, ama tatlı, kibar bir adam. Bizde sokakta padişah gibi, mafya gibi yürüyen onca konservatuar çıkışlı oyuncuyu hatırlayınca...
‘Sevgiyi suistimal etmemek gerekir’
Coster-Waldau ilgiden memnun: “New York’ta ‘Kral Katili’ geldi” diye bana yemek ısmarladılar” diyerek gülüyor. Yeni bir film çekmiş Brian de Palma’yla. ‘Scarface’in yönetmeni. Onun heyecanı var.
İspanyol El Mundo’dan Alberto Munoz gerçek bir gazeteci ve sürekli zorluyor. Amacı ağız tadıyla bir sohbet yapmak değil, oyuncuları hata yapmaya sürükleyerek final sezonuyla ilgili bilgi sızdırmak! “Dördüncü bölümde ölüyormuşsunuz” diye olta atıyor. Coster-Waldau anlamıyor: “Nasıl yani? Hangi sezonda?” Alberto bastırıyor: “Son sezonda...” Coster-Waldau, “Umarım tüm paranı bu ihtimale yatırmamışsındır” diye herkese kahkaha attırıyor.
Acar muhabir Alberto tuzak sorulardan vazgeçip huzurlu bir insan gibi yöneltiyor bu sefer sorusunu: “Peki, sizce insanlar dizinin sonunda ne hissedecek?” Coster-Waldau da bu kez ciddi: “Her tür tepki olacak. Ben finali okuyunca çok memnun oldum. ‘Game of Thrones’ dünyasına sadık kalındığını düşündüm.Ben de sabırsızlanıyorum izlemek için. Çektik ama izlemedik biz de daha.” Soruyorum:
Aktörler olarak sizler de dizinin nasıl biteceğiyle ilgili güçlü duygular besler misiniz?
- Tabii ki. Eminim HBO bir-iki, belki üç sezon daha çekmek isterdi. Daha vasat birileri buna, “Tamam” da derdi. David (Benioff) ve Dan’in (D.B. Weiss) (yapımcılar) kamyonla doları daha olurdu. Ama “Hayır, bunu böyle bitireceğiz” dediler. Sevgiyi suistimal etmemek gerekir. En üst noktada bırakmamız harika bence. Bunu yapabilen bir dizinin parçası olmaktan gurur duyuyorum.
Maisie Williams (Arya Stark) : Belki de o ateşli tepkileri ‘Arya’dan öğrendim
Sophie Turner (Sansa Stark): Bu karakterler olmadan aynı kişiler olur muyduk bilemiyorum
Maisie Williams, açık mavi elbise, kızıl sarı metalik saçlarıyla çok tatlı ama biraz arayıştaki bir genç kızı andırıyor. Çok komik, sürekli espri yapıyor. Yanında da ‘Sansa’ var. Sophie Turner, herkesin tek tek elini sıkıyor. Son zamanlarda atağa kalksa da en bayıldığım karakterlerden değil, bence çok güzel de değil. Ama elini sıkmak için başımı kaldırdığımda gerçekten gözlerim kamaşıyor. Işık saçan bir peri kızı var karşımda. Beline uzanan saçları, yakıcı mavi gözleri, aristokrat ama sıcak tavrı... Turner’da bir diva tozu var kesinlikle. İkisine soruyorum:
Kadronun geri kalanına oranla epey gençsiniz. “Dizi bir an evvel bitse de parlak kariyerime başlasam” diye mi bakıyorsunuz yoksa sizin de kaygılarınız var mı?
Sophie Turner: Benim kesinlikle var. Yeni projeler yapmak çok güzel ama ‘Game of Thrones’ kadar parlak bir iş olacak mı? Bu çok kolay değil.
Maisie Williams: 21 yaşında özgür olmak şahane bir şey. Keşfe çıkmak, geleceğe bakmak çok heyecan veriyor bana. İkimizin de harika işler yapacağından eminim. Ne de olsa artık büyük Hollywood yıldızlarıyız!
Sophie Turner: Üzerinde durmaya bile gerek yok!
Maisie Williams: Bize yalvaracaklar!
Sophie Turner: Yalvarın (gülüyorlar)!
Bu roller insani gelişiminizi nasıl etkiledi?
Sophie Turner: Bu karakterlerle büyüdük. Benim yaşadığımı ‘Sansa’ da yaşadı. ‘Arya’nınkini Maisie de yaşadı. Bu karakterler olmadan aynı kişiler olur muyduk bilemiyorum. Muhtemelen farklı olurduk.
Maisie Williams: Düşünüyorum... Bende de ‘Arya’ gibi gerçek bir öfke var mıydı acaba? Evet vardı, 13-16 yaşlarım arasında. Dünyaya kızgındım. Şöhretle, basınla ilişkim ‘Arya’ gibiydi biraz galiba. O öldüreceği insanların listesini yapıyor. Ben de yaptım! Yok yok, şaka (gülüyor)... Ama belki de Arya’dan öğrendim o ateşli tepkileri, davranışları... Gerçi annem, babam da biraz öyledir, zor ayırt etmek.
John Bradley (Samwell Tarly)
Çocuk bir dâhi gerçekten. Sanki karşımda bir oyuncu değil, dizilerin yazarı George R.R. Martin var! Senaryoya, olay örgüsüne, karakterlere ve öykünün genel felsefesine inanılmaz kafa yormuş. Her birinin psikanalizini yapıyor. Neyi, neden yaptıklarını, neleri yapamayacaklarını tane tane anlatıyor. Tabii belli ki koca tiyatro kuramını, drama külliyatını yalayıp yutmuş. Buradaki herkes hem tiyatrodan gelen hem entelektüel derinliği olan insanlar. Bir tane boş tip görmedim. Belki de tarihin en iyi ‘cast’ı zaten.
Sohbetten: “‘Sam’, ‘Jon Snow’ gibi iyi bir savaşçı değil. Bazıları kızıyor. ‘Kara Kale Savaşı’nda, ‘Ya korkma, delikanlı ol’ diye tweet atanlar vardı. ‘Sam’ kim billiyor musunuz aslında? ‘Sam’, tüm bunların arasında sizsiniz. Çok korkan, hazırlıksız, kırılgan, her an bir kılıç darbesiyle ölecek gibi savunmasız... ‘Jon Snow’u cesaretiyle parlatan onun varlığı. ‘Sam’, normal bir insan olmalı ki ‘Jon Snow’un farkı ortaya çıksın. O Twitter’daki insanlar ‘Kara Kale Savaşı’nda olsalardı onlar da epey korkardı bence. E gel de sen delikanlı ol! Hikâyenin anlam kazanması için orada ödü kopan birinin olması lazım.”
Hannah Murray (Gilly):
Galiba hamile ama ayıp olduğu için soramıyorum. Ama “En sevdiğiniz sahne ne” sorusuna verdiği cevap sonrası iyice emin oluyorum.
Sohbetten:
*‘Sam’ ve ‘Gillian’ da normalden epey uzak insanlar. Ama öncelikleri ‘Bebek Sam’. Diğer karakterler kadar büyük arzuları yok. Toprak kazanmakta, şatolarda gözleri yok. Hayatta kalmak, mutlu olmak yeterli.
*En sevdiğim, bebeğe isim verdiğimiz sahne...
Iain Glen (Jorah Mormont):
Zaten seviyorum onu. Burada da gönlümü fethetti. Jorah Mormont gibi Glen de son derece mütevazı, iyi huylu bir adam. Burada da ‘Daenerys’i yere göğe sığdıramıyor: “Başkalarını düşünen, birimizin doğum gününü kutlamak için, hayranlara hediye vermek için ilk adımı atan hep o olur. İnanılmaz biri gerçekten. Jorah iyi ve ahlaki tarafını gördü ve âşık oldu ona. Hep âşıktı aslında.” Bu esnada ‘Yara’ lafa girmesin mi: “Hepimiz ona âşık değil miyiz?”
Kristofer Hivju (Tormund Giantsbane) - Rory McCann (Tazı) (sağda):
Rory McCann, Sophie Turner-Maisie Williams ikilisini kastederek, “Biz bu ikisi kadar iyi değiliz. Böyle ayakta alkışlanmayı beklemiyoruz” diye girdi içeri. O iri cüsse kimseyle göz göze gelmek istemeyen, utangaç birine ait. Yanında da Kristofer Hivju var. Bu ikisini yolda görsen duvarın öte yanına geçmiş kadar korkarsın zaten. İkisi de dağcı ve kayakçı. McCann, dağlarda odun kesen, İzlanda’da yaşamış bir doğa insanı. En dürüst ve dokunaklı açıklamayı o yaptı: “Bundan sonra en az bir iş daha bulurum umarım. Konuştuğum bazı oyuncular oralı değil ama ben bir daha böyle bir işte, daha iyi aktörlerle, yazarlarla, oyuncularla oynayacağımı sanmıyorum. Buradan sonrası bizim için hep yokuş aşağı arkadaşlar! Bittim ben, bizden bir numara olmaz bundan sonra...”
Hivju da yeni dönmüş tırmanıştan. “Bakalım ‘Tormund’, ‘Brienne’le mutlu sona kavuşacak mı” diyor. Rol arkadaşını, “Gwendoline çok eğlenceli. Yürüyen bir parti gibi” diye tarif ediyor. McCann araya giriyor: “Hayatımda gördüğüm en acayip kahkahacı! Duydunuz mu siz de?”
Carice van Houten (Melissandre): Artık rol yaparken korkuyu kullanabiliyorum
“Canlandırdığım karakter sonlara doğru kırılgan tarafını gösterdi, insanlaştı. Her şeyin yıkılmasına sevindim çünkü artık kuşkuyu, korkuyu gösteriyorumrol yaparken. ‘Stannis’in ordusunun yarısı, kızını tanrıya kurban vermesine rağmen kaçtığında oldu bu dönüşüm. En sevdiğim sahne bu.”
Conleth Hill (Lord Varys): Bilinmeyenden duyulan bir korku bu
“Karakterimin hadım edilmiş olmasının bir anlamı kalmadı. ‘Euron Greyjoy’ da hadım edildi, ayrıca koskoca bir ‘lekesiz’ ordusu var biliyorsunuz. Bir de ilk sezonda ‘Serçeparmak’ın laf sokmaları filan bakarsanız, hep korkuyla ilgili. Bilinmeyene duyulan bir korku bu: Benim yumurtalarım yok. Ne demek bilmiyorum, bu yüzden bundan korkuyorum.”
Jerome Flynn (Bronn): Postacım ejderhayı vurdum diye tavır koydu
Flynn’le ilgili çok ilginç bir şey öğrendim. ‘Cersei’yi canlandıran Lena Headey’in eski erkek arkadaşıymış. Kanlı bıçaklı ayrılmışlar. Geçen sezonun finalindeki sahneyi ayrı ayrı çekmişler söylentiye göre.
Komik bir tip. Sokakta görenler, “Umarım şatonu alırsın” diye bağırıyormuş. “Ya para için bebek öldürebilirim” diyorum insanlar hâlâ görünce, ‘Umarım şatona kavuşursun’ diyor. İnsanları anlamak gerçekten güç” diye gülüyor.
Bir de anekdot anlatıyor: “İngiltere’deki postacımla bir gün kapıda karşılaştık, ‘Seninle konuşmuyorum. Ejderhayı vurdun sen!’ diye tavır koydu”. Flynn bunu basına anlatınca postacı meşhur olmuş. Çok mutluymuş şimdi.
Liam Cunningham (Davos Seaworth): Eskiden senaryoları evde, ortada bırakırdım
Gerçek bir Kuzey İrlandalı. Ekipteki en babacan insan! Çok komik ve duygusal. Hem kızı hem kendisi, Stannis’in kızının yakılma sahnesinde hüngür hüngür ağlamış.
Bu gizlilik maddesi var ya uymak zorunda olduğunuz... Ailelerinize nasıl direniyorsunuz? Kızınız sormuyor mu mesela?
Liam Cunningham: Çok kolay. Bilmek istemiyorlar ki! Eskiden senaryoları evde, orta yere bırakırdım. “Baba ya! Al götür şunları gözümün önünden” derdi. Beklemek istiyorlar. Barda filan sormak isteyen oluyor. Kafam güzel olup, “Tamam, hadi gel anlatayım” dediğimde “Dur anlatma!” diye kaçıyorlar zaten. Bu dizinin en harika tarafı sürprizleri. Bitince rahatlayacağım çünkü normalde sır tutma konusunda berbat biriyim.
Gwendoline Christie (Tarth’lı Brienne): Bu rol için gururumu bir kenara koydum
O devasa ‘Brienne of Tarth’ da hanım hanımcık biri çıkmasın mı! Ama bir dev! İki metre var. İlkokul önlüğü gibi siyah bir üst, beyaz yaka ve masmavi gözleriyle bir ortaçağ şövalyesi görünümünden uzak. Ama kahkaha atınca anlıyoruz. Gözlerim fal taşı gibi açılıyor. Bütün Londra’yı inleten bir kahkaha... O kadar gürültülü ki dizide bile kullanmamış yapımcılar nedense... Anlatıyor: “Bu rolün en zor ve en heyecan verici yanı bir kadın ve birey olarak gururumu bir kenara koymak oldu. Kilo almam, saçlarımı kesmem, farklı yürümem, kaslanmam, çirkinleşmem gerekti. Bu bir kadın için kolay bir şey değil.”
Kaynak: Hürriyet
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
ABD yarın kararını verecek: Trump mı, Harris mi? Son kozlarını oynadılar: İşte anketler...
Belgrad'da yüzlerce kişi sokağa indi! Ellerini kırmızıya boyadılar
Trump mı, Harris mi? ABD siyasetinde kritik viraj: Seçimlere son 2 gün! Şok anket sonucu...
İspanya'daki sel felaketinde 2 bin kişi hala kayıp!
ABD'den İsrail'e 'uçan kale' desteği!