İşin ilginci, Buzzer'a çok benzeyen bir radyo istasyonu daha vardı. 1970'lerin ortasından 2008'e kadar yayın yapan bu radyo, tıpkı Buzzer gibi dünyanın öteki ucundan duyulabiliyordu. Tıpkı Buzzer gibi yeri açıklanmayan bir noktadan, Kıbrıs'ta olduğu sanılan bir yerden yayın yapıyordu. Yine tıpkı Buzzer gibi, yayınları bir tuhaftı.Her saat başında İngiliz halk ezgisi "Lincolnshire Poacher"'ın başını çalan radyo, bunu 12 kez tekrarladıktan sonra, mekanik bir kadın sesi, üst düzey bir İngiliz aksanıyla, "1-2-0-3-6" diye beş rakamdan oluşan bir grup sayı okuyordu.Neler olup bittiğini anlamak için 1920'lere uzanmanın yararı var. O zamanlar, kısaca Arcos olarak anılan Tüm Rusya Kooperatif Şirketi, İngiltere ile Sovyetler Birliği arasındaki ticari işlemleri denetlemekten sorumlu önemli bir ticaret organıydı. Ya da en azından, öyle yaptığı söyleniyordu.1927'nin Mayıs ayında bir İngiliz ajanının, memurlarından birini Londra'da komünistlere ait bir haber bürosuna girerken görmesi ardından İngiltere, Londra'daki Arcos binasına baskın düzenledi. Binanın bodrum katı içeri gizlice girenleri tespit edecek cihazlarla doluydu, içerideki işçilerin alel-acele bazı belgeleri yakmaya çalıştığı, kapısında kulp olmayan bir de gizli oda bulundu.Dramatik olabilirdi ama İngilizler bunları zaten biliyordu. Arcos baskını, esas İngiliz istihbarat servisinin kendilerini yıllarca dinlediğini keşfeden Sovyetlere sürpriz oldu.Buckingham Üniversitesi'nde Güvenlik ve İstihbarat Araştırmaları Merkezi'ni yöneten Anthony Glees, "Bu, birinci dereceden bir gaftı" diyor. Baskını haklı çıkarmak için başbakan, Avam Kamarası'nda deşifre edilmiş bazı telgrafları bile okumuştu.Sonuç olarak, Ruslar mesajları şifreleme şeklini tamamen değiştirdi. Neredeyse bir gecede tek kullanımlık şifrelere geçtiler. Bu sistemde mesajı gönderen kişi tarafından rastgele bir çözüm anahtarı üretiliyor ve sadece mesajı okuyacak olan kişi ile paylaşılıyordu. Anahtar gerçekten tamamen rastgele hazırlandığı sürece, şifrenin kırılması mümkün değildi. Rusların artık mesajlarını kimin duyabileceği konusunda endişelenmesine gerek kalmamıştı.İşte bu aşamada devreye "sayı yayınlayan radyo istasyonları" girdi. Bunlar tüm dünyadaki casuslara şifreli mesajlar yayınlıyordu. Kısa süre sonra İngilizler bile aynı yönteme başvurdu, "yenemiyorsanız, siz de aynısını yapın" mantığına dayanıyordu.Tamamen rastgele bir sayı oluşturmak aslında oldukça zor, çünkü bunu yapmaya çalışan sistem belli şeylerden kaçınacağı için, istenilenin tam tersine tahmin edilmesi kolay olabilirdi. Bunun yerine Londra'daki memurlar dahiyane bir çözüm buldular.Başkentin ünlü alışveriş merkezi Oxford Caddesi'ndeki pencereye bir mikrofon asıyor ve trafiği kaydediyorlardı. Stupples, "Bir polis memuru bağırırken aynı anda bir otobüs de korna çalabiliyordu. Ortaya bir daha tekrarlanması mümkün olmayan benzersiz bir ses çıkıyordu" diyor. Sonra bunu alıp rastgele bir şifreye dönüştürüyorlardı.Tabii ki bu, kimseyi şifreyi kırmaya çalışmaktan alıkoyamadı. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngilizler, aslında mesajları deşifre edebileceklerini fark ettiler - ancak bunun için onları şifrelemekte kullanılan tek seferlik notları ellerine almaları gerekiyordu.Güvenlik ve İstihbarat Araştırmaları Merkezi'nin Başkanı Glees, "Rusların Doğu Almanya'daki askeri hastanelerinde tuvalet kağıdı yerine tek seferlik not defterlerinin eski yapraklarını kullandığını keşfettik" diyor. İngiliz istihbarat subayları kısa süre sonra kendilerini Sovyet lağımlarını karıştırırken buldular.