Geçen hafta CNN TÜRK için röportaj yaptığım Fransız Siyasal Bilimci Olivier Roy hepimizin bildiği bir gerçeği ortaya koydu. "IŞİD'in önüne neden bir türlü geçilemiyor?" diye sorduğumda, yanıtı kısa ve net oldu. "Çünkü kimse aslında IŞİD'le savaşmıyor” dedi. Bir yılı aşkın süredir ABD öncülüğündeki koalisyon IŞİD hedeflerini vuruyor. Türkiye'nin de katılmasıyla tam 12 ülke oldu koalisyonda. 30 Eylül'de ise satranç tahtasının diğer tarafına Rusya oturdu oyuncu olarak. Peki, nasıl oluyor da IŞİD bir türlü güç kaybetmiyor? Yanıtı aslında basit. Amaç, IŞİD'i örgüt olarak yok etmek falan değil. Amaç 'kendine zarar verme ihtimali olan IŞİD militanlarını' öldürmek. Yani kendi ülkelerine dönüp de saldırı düzenleme ihtimali olan kendi vatandaşlarını vurmak istiyorlar. Aradan seçip seçip vuruyorlar da…
Rusya tam da Çeçenlerin olduğu 3 kenti hedef alıyor
"Hedefleri seçiyorlar” söylemi iddialı evet. Ama bunu anlatmak için en çok tartışmanın yaşandığı Rusya ile başlayalım. IŞİD'i mi vuruyor, El Kaide bağlantılı El Nusra'yı mı yoksa muhalifleri mi? Her kafadan başka bir ses çıkıyor. Hedefi Esad'ı desteklemek mi, öyle mi, böyle mi kesin olarak bilme şansımız yok. Ancak şu ana kadar vurulan noktalara şöyle genel bir bakmak bir şeyi net olarak gösteriyor.
Rusya Çeçenistan'dan ve Kafkasya'dan gelen cihatçıları hedef alıyor. Rusya özellikle El Nusra'nın elindeki yerleri vuruyor. Dış dünyaya savunmaları çok kolay: El Kaide bağlantılı bir terör örgütü El Nusra. Ancak gerçek amaç başka olabilir. Moskova’da tarihi bir ziyaretle Esad’ı ağırlayan Putin eski Sovyet ülkelerinden gelip de Esad’a karşı savaşan 4 bin militan olduğunu söyledi. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne göre ise, bunların yarısı El Nusra saflarında çatışıyor. Çeçenistan, Dağıstan ve Orta Asya’dan gelen o militanların İdlib, Halep ve Lazkiye'de oldukları tahmin ediliyor. Ne tesadüftür ki, bu üç kent de Rusya'nın hava saldırılarının yoğunlaştığı yerler.
"Terörle mücadeleyi başka topraklarda yürütmek daha iyidir"
Birçok uzmana göre, Rusya dâhice bir yol seçti. ABD zaten IŞİD'le uğraşırken o kendi işine gelecek gruba yani El Nusra'ya odaklandı. Çeçen ve Kafkas cihatçıların olduğu örgüte... Böylece Rusya kendisi için yıllardır tehdit olarak gördüğü iki grupla çok etkin bir mücadele yöntemi bulmuş oldu. Militanların Suriye'ye gitmesine bir nevi göz yumdu. Hatta Dağıstan'da yayımlanan muhalif gazetelerde Rus istihbarat servislerini eleştiren çok sayıda yazı yer aldı. Yazılarda istihbaratın el altından bu militanların Türkiye'ye geçişi için belgeler sağladığı bile iddia edildi. O iddialara göre de işte Rusya önce izin verdi, sonra da o toprakları bombalamaya başladı.
Rusya Başbakanı Dimitri Medvedev geçen hafta aslında net olarak itiraf etti bunu. Bu operasyonu Rusya'nın kendisini korumak için yaptığını açıkladı. "Terörle mücadeleyi kendi topraklarında yürütmektense başka bir ülkede yapmak daha iyidir" sözleriyle…
ABD 2011'den beri kendi vatandaşlarını vuruyor
Washington farklı bir yöntem izliyor sanılmasın. Onlar da aynı. ABD de Suriye'de vurduğu noktaları benzer kaygılarla seçiyor. Üstelik ABD için kendi vatandaşlarını vurmak yeni bir şey de değil. İlk kez 2011'de Yemen'de yapılmıştı bu. Yemen El Kaidesi üyelerinden Amerika doğumlu imam Enver El-Avlaki insansız hava aracıyla düzenlenen bir saldırıda öldürülmüştü. İnsan hakları örgütleri tarafından büyük tepki çekmişti bu hamle. Her insanın adilce yargılanma ve yaptıklarından dolayı pişman olma hakkı vardır diye. Ancak ABD şans tanımamıştı. Öldürülen El Kaide lideri Usame bin Ladin yerine adı geçiyordu zira.
CIA bulmuşken kaçırmadı, acımadı. Doğru mu yaptı, yanlış mı çok tartışılacak bir konu. Ama bir nokta var ki dikkat çekmeden geçemeyeceğim. İşler de bağlantılar da fazlasıyla karışık. Öyle ki Ocak ayında Paris'teki Charlie Hebdo dergisine düzenlenen terör saldırısında 12 kişiyi öldüren saldırgan Kuaşi kardeşlerden Sait Kuaşi'nin zamanında Yemen'de El-Avlaki'nin müritlerinden olduğu ortaya çıktı.
İngiltere tek atışta Kraliçe'yi garantiye aldı
İngiltere'ye gelelim... Onlar da Suriye'de aynı stratejiyi izliyor. İstanbul’daki havalimanlarında son yıllarda yaşanan krizleri hatırlarsınız. İngiltere'den de Fransa'dan da onlarca genç geldi İstanbul'a Suriye'ye geçmek için. Türk yetkililer her seferinde bu ülkelerin istihbarat servislerini suçladı. "Madem izliyordunuz neden ülkeyi terk etmesine izin verdiniz?” ya da “Niye durduralım diye bize haber vermediniz?" dediler. Haklıydı eleştirileri. Bu komplo teorisine göre işte, tüm ülkeler radikallerin Orta Doğu girdabına doğru akmasına izin verdi. Şimdi de kendi sınırlarında operasyon yürütmek yerine bambaşka topraklarda onları vuruyor. 7 Eylül'de düzenlemişti İngiltere Suriye'deki ilk hava saldırısını. Hedefe artık şaşırmazsınız herhalde. Nokta atışı. İki İngiliz IŞİD militanını öldürdüler. İddiaya göre, o iki militan Kraliçe Elizabeth'e suikast hazırlığındaydı. Bu Avrupa Birliği için bir ilkti. İlk kez AB’ye üye bir ülke, Suriye'de kasten kendi vatandaşını hedef almıştı. İlkti ama son olmadı.
Fransa'nın vurdukları hep Fransa'da saldırı hazırlığında
Fransa için de durum aynı. Birçok uzman Fransa'nın Suriye'de düzenlediği hava saldırılarının sembolik olduğu görüşünde. Koalisyona katıldık vurduk falan diyorlar da, Fransa bugüne kadar Suriye'de sadece iki hava saldırısı düzenledi. İlki 27 Eylül tarihli. Deyr Ez Zor'u vurdular o tarihte. Fransa Savunma Bakanı Jean-Yves Drian vurdukları bölgede IŞİD'in yabancı militanlarını eğittiği kamplar olduğunu söyledi. "O militanların amacı IŞİD için savaşmak değil, ülkelerine dönüp saldırılar planlamak," dedi.
Suriye'deki iç savaşın başlamasından bu yana en tarafsız bilgileri aldığımız Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne göre o hava saldırısında 12'si çocuk asker, en az 30 yabancı militan öldürdü Fransa. Devamı geldi... 9 Ekim'de Fransa'ya ait savaş uçakları bir kez daha havalandı. Bu kez hedefte IŞİD'in kalesi Rakka vardı. Artık nasıl istihbarat ağları varsa nokta atışı yapıldı yine. Fransa topraklarında saldırı hazırlığında olan yabancı (!) militanların eğitim kampı vuruldu. Aktivistlere göre ölenler arasında 6 Fransız vatandaşı IŞİD militanı da vardı.
Ülkeler hukuken savunabilir ama vicdanlar rahatlar mı?
Tüm bunların tartışılan iki boyutu var: Meşruiyet ve yasalara uygun olup olmadığı. Kim olursa olsun işlemediği bir suç için öldürülmesi ne kadar meşru size kalmış. 'Makul şüphe'nin nereye kadar uzayabileceğini gösteriyor belki de bu yaşananlar bize. Ama insan hakları boyutu farklı tabii. İnsan hakları savunucularına göre bu saldırılarda hayatını kaybedenlerin yakınları dava açıp ülkelerin başını ağrıtabilir. Ancak hukuk profesörlerine göre bu konu 'idare edilebilir'. Ulusal güvenliğin gerçekten tehdit altında olduğu kanıtlanırsa, o noktayı vurmuş olmasını her ülke savunabilir. Yani vurduğu yerde kendi vatandaşının olup olmadığının önemi yok. Bunun için de Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 51. Maddesi'ne bakmak yeterli. O maddeye göre üye ülkelerden herhangi birine silahlı saldırı olursa Güvenlik Konseyi toplanıp da gerekli kararları alıncaya kadar üye ülkeler barışı ve güvenliği koruyabilmek için tek başına ya da topluca meşru müdafaa hakkını kullanabiliyor. İşte hukukçulara göre "vurduk ama sorun bir niye vurduk" savunmasına sığınabilir ülkeler.
Geçen hafta CNN TÜRK için röportaj yaptığım Fransız Siyasal Bilimci Olivier Roy hepimizin bildiği bir gerçeği ortaya koydu. "IŞİD'in önüne neden bir türlü geçilemiyor?" diye sorduğumda, yanıtı kısa ve net oldu. "Çünkü kimse aslında IŞİD'le savaşmıyor” dedi. Bir yılı aşkın süredir ABD öncülüğündeki koalisyon IŞİD hedeflerini vuruyor. Türkiye'nin de katılmasıyla tam 12 ülke oldu koalisyonda. 30 Eylül'de ise satranç tahtasının diğer tarafına Rusya oturdu oyuncu olarak. Peki, nasıl oluyor da IŞİD bir türlü güç kaybetmiyor? Yanıtı aslında basit. Amaç, IŞİD'i örgüt olarak yok etmek falan değil. Amaç 'kendine zarar verme ihtimali olan IŞİD militanlarını' öldürmek. Yani kendi ülkelerine dönüp de saldırı düzenleme ihtimali olan kendi vatandaşlarını vurmak istiyorlar. Aradan seçip seçip vuruyorlar da…
Rusya tam da Çeçenlerin olduğu 3 kenti hedef alıyor
"Hedefleri seçiyorlar” söylemi iddialı evet. Ama bunu anlatmak için en çok tartışmanın yaşandığı Rusya ile başlayalım. IŞİD'i mi vuruyor, El Kaide bağlantılı El Nusra'yı mı yoksa muhalifleri mi? Her kafadan başka bir ses çıkıyor. Hedefi Esad'ı desteklemek mi, öyle mi, böyle mi kesin olarak bilme şansımız yok. Ancak şu ana kadar vurulan noktalara şöyle genel bir bakmak bir şeyi net olarak gösteriyor.
Rusya Çeçenistan'dan ve Kafkasya'dan gelen cihatçıları hedef alıyor. Rusya özellikle El Nusra'nın elindeki yerleri vuruyor. Dış dünyaya savunmaları çok kolay: El Kaide bağlantılı bir terör örgütü El Nusra. Ancak gerçek amaç başka olabilir. Moskova’da tarihi bir ziyaretle Esad’ı ağırlayan Putin eski Sovyet ülkelerinden gelip de Esad’a karşı savaşan 4 bin militan olduğunu söyledi. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne göre ise, bunların yarısı El Nusra saflarında çatışıyor. Çeçenistan, Dağıstan ve Orta Asya’dan gelen o militanların İdlib, Halep ve Lazkiye'de oldukları tahmin ediliyor. Ne tesadüftür ki, bu üç kent de Rusya'nın hava saldırılarının yoğunlaştığı yerler.
"Terörle mücadeleyi başka topraklarda yürütmek daha iyidir"
Birçok uzmana göre, Rusya dâhice bir yol seçti. ABD zaten IŞİD'le uğraşırken o kendi işine gelecek gruba yani El Nusra'ya odaklandı. Çeçen ve Kafkas cihatçıların olduğu örgüte... Böylece Rusya kendisi için yıllardır tehdit olarak gördüğü iki grupla çok etkin bir mücadele yöntemi bulmuş oldu. Militanların Suriye'ye gitmesine bir nevi göz yumdu. Hatta Dağıstan'da yayımlanan muhalif gazetelerde Rus istihbarat servislerini eleştiren çok sayıda yazı yer aldı. Yazılarda istihbaratın el altından bu militanların Türkiye'ye geçişi için belgeler sağladığı bile iddia edildi. O iddialara göre de işte Rusya önce izin verdi, sonra da o toprakları bombalamaya başladı.
Rusya Başbakanı Dimitri Medvedev geçen hafta aslında net olarak itiraf etti bunu. Bu operasyonu Rusya'nın kendisini korumak için yaptığını açıkladı. "Terörle mücadeleyi kendi topraklarında yürütmektense başka bir ülkede yapmak daha iyidir" sözleriyle…
ABD 2011'den beri kendi vatandaşlarını vuruyor
Washington farklı bir yöntem izliyor sanılmasın. Onlar da aynı. ABD de Suriye'de vurduğu noktaları benzer kaygılarla seçiyor. Üstelik ABD için kendi vatandaşlarını vurmak yeni bir şey de değil. İlk kez 2011'de Yemen'de yapılmıştı bu. Yemen El Kaidesi üyelerinden Amerika doğumlu imam Enver El-Avlaki insansız hava aracıyla düzenlenen bir saldırıda öldürülmüştü. İnsan hakları örgütleri tarafından büyük tepki çekmişti bu hamle. Her insanın adilce yargılanma ve yaptıklarından dolayı pişman olma hakkı vardır diye. Ancak ABD şans tanımamıştı. Öldürülen El Kaide lideri Usame bin Ladin yerine adı geçiyordu zira.
CIA bulmuşken kaçırmadı, acımadı. Doğru mu yaptı, yanlış mı çok tartışılacak bir konu. Ama bir nokta var ki dikkat çekmeden geçemeyeceğim. İşler de bağlantılar da fazlasıyla karışık. Öyle ki Ocak ayında Paris'teki Charlie Hebdo dergisine düzenlenen terör saldırısında 12 kişiyi öldüren saldırgan Kuaşi kardeşlerden Sait Kuaşi'nin zamanında Yemen'de El-Avlaki'nin müritlerinden olduğu ortaya çıktı.
İngiltere tek atışta Kraliçe'yi garantiye aldı
İngiltere'ye gelelim... Onlar da Suriye'de aynı stratejiyi izliyor. İstanbul’daki havalimanlarında son yıllarda yaşanan krizleri hatırlarsınız. İngiltere'den de Fransa'dan da onlarca genç geldi İstanbul'a Suriye'ye geçmek için. Türk yetkililer her seferinde bu ülkelerin istihbarat servislerini suçladı. "Madem izliyordunuz neden ülkeyi terk etmesine izin verdiniz?” ya da “Niye durduralım diye bize haber vermediniz?" dediler. Haklıydı eleştirileri. Bu komplo teorisine göre işte, tüm ülkeler radikallerin Orta Doğu girdabına doğru akmasına izin verdi. Şimdi de kendi sınırlarında operasyon yürütmek yerine bambaşka topraklarda onları vuruyor. 7 Eylül'de düzenlemişti İngiltere Suriye'deki ilk hava saldırısını. Hedefe artık şaşırmazsınız herhalde. Nokta atışı. İki İngiliz IŞİD militanını öldürdüler. İddiaya göre, o iki militan Kraliçe Elizabeth'e suikast hazırlığındaydı. Bu Avrupa Birliği için bir ilkti. İlk kez AB’ye üye bir ülke, Suriye'de kasten kendi vatandaşını hedef almıştı. İlkti ama son olmadı.
Fransa'nın vurdukları hep Fransa'da saldırı hazırlığında
Fransa için de durum aynı. Birçok uzman Fransa'nın Suriye'de düzenlediği hava saldırılarının sembolik olduğu görüşünde. Koalisyona katıldık vurduk falan diyorlar da, Fransa bugüne kadar Suriye'de sadece iki hava saldırısı düzenledi. İlki 27 Eylül tarihli. Deyr Ez Zor'u vurdular o tarihte. Fransa Savunma Bakanı Jean-Yves Drian vurdukları bölgede IŞİD'in yabancı militanlarını eğittiği kamplar olduğunu söyledi. "O militanların amacı IŞİD için savaşmak değil, ülkelerine dönüp saldırılar planlamak," dedi.
Suriye'deki iç savaşın başlamasından bu yana en tarafsız bilgileri aldığımız Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne göre o hava saldırısında 12'si çocuk asker, en az 30 yabancı militan öldürdü Fransa. Devamı geldi... 9 Ekim'de Fransa'ya ait savaş uçakları bir kez daha havalandı. Bu kez hedefte IŞİD'in kalesi Rakka vardı. Artık nasıl istihbarat ağları varsa nokta atışı yapıldı yine. Fransa topraklarında saldırı hazırlığında olan yabancı (!) militanların eğitim kampı vuruldu. Aktivistlere göre ölenler arasında 6 Fransız vatandaşı IŞİD militanı da vardı.
Ülkeler hukuken savunabilir ama vicdanlar rahatlar mı?
Tüm bunların tartışılan iki boyutu var: Meşruiyet ve yasalara uygun olup olmadığı. Kim olursa olsun işlemediği bir suç için öldürülmesi ne kadar meşru size kalmış. 'Makul şüphe'nin nereye kadar uzayabileceğini gösteriyor belki de bu yaşananlar bize. Ama insan hakları boyutu farklı tabii. İnsan hakları savunucularına göre bu saldırılarda hayatını kaybedenlerin yakınları dava açıp ülkelerin başını ağrıtabilir. Ancak hukuk profesörlerine göre bu konu 'idare edilebilir'. Ulusal güvenliğin gerçekten tehdit altında olduğu kanıtlanırsa, o noktayı vurmuş olmasını her ülke savunabilir. Yani vurduğu yerde kendi vatandaşının olup olmadığının önemi yok. Bunun için de Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 51. Maddesi'ne bakmak yeterli. O maddeye göre üye ülkelerden herhangi birine silahlı saldırı olursa Güvenlik Konseyi toplanıp da gerekli kararları alıncaya kadar üye ülkeler barışı ve güvenliği koruyabilmek için tek başına ya da topluca meşru müdafaa hakkını kullanabiliyor. İşte hukukçulara göre "vurduk ama sorun bir niye vurduk" savunmasına sığınabilir ülkeler.