hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Sis

    Sis
    expand

    Tevfik Fikret, 'Sis' isimli şiirinde işgal altındaki İstanbul'a lanetler yağdırıyordu.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
    beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
    ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
    bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
    tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
    onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
    Ama bu derin karanlık örtü sana çok layık;
    layık bu örtünüş sana, ey zulümler sahası!
    Ey zulümler sahası... Evet, ey parlak alan,
    ey facialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı saha!
    Ey parlaklığın ve ihtişamın beşiği ve mezarı olan,
    Doğu'nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
    Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
    sefahate susamış bağrında yaşatan.
    Ey Marmara'nın mavi kucaklayışı içinde
    sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
    Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
    ey bin kocadan artakalan dul kız;
    güzelliğindeki tazelik büyüsü henüz besbelli,
    sana bakan gözler hala üstüne titriyor.
    Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
    iki lacivert gözünle ne kadar canayakın görünüyorsun!
    Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
    içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
    Sanki bir hain el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
    lanetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
    Zerrelerinde hep riyakarlığın pislikleri dalgalanır,
    İçerinde temiz bir zerre asla bulamazsın.
    Hep riyanın çirkefi; hasedin, kargüdmenin çirkeflikleri;
    Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
    Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
    Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?
     
    Örtün, evet ey felaket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
    örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
    Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
    Kaatil kuleler, kal'ali ve zindanlı saraylar.
    Ey hatıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, camiler;
    ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
    geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
    ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
    Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
    ey doğruluğun sözlerini taşıyan minareler.
    Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
    ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
    edinen nice bin sabırlı dilenci güruhu;
    "Geçmişlere Rahmet!" diye yazılı kabir taşları.
    Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hatıra
    canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
    Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
    ey her açılan gediği bir vak'a sayıklıyan
    viraneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
    Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer matemi
    sembole eden harap ve sessiz evler;
    ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
    kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
    ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
    Ey midelerin zorlaması zehirinden ötürü
    her aşalığı yiyip yutan köhne ağızlar!
    Ey tabi'atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
    bir hayata sahip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
    her nameti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
    gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
    Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
    olan insanda şu nankörlüğe lanet yağdıran feryat!
    Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
    ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
    Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Namus;
    ey adamı ikbal kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
    Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
    her talih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
    Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
    yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
    Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
    ey mahkemelerden biteviye kovulan 'hak'!
    Ey en şiddetli kuşkularla duygusu körleşerek
    vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
    ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
    Ey nefret edilen, hakîr görülen milli gayret!
    Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasi mahkum;
    ey fazilet ve nezaketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
    Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
    zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet!
    Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
    ey taze kadın, ey onu takibe koşan genç!
    Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
    ey kimsesiz; avare çocuklar... Hele sizler,
    hele sizler...
     
    Örtün, evet, ey felaket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
    Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow