"Siyasal İslam'ın temel düsturu şeriattır"
AK Parti'nin kapatılması istemiyle açılan davanın iddianamesinde, "Türkiye'de siyasal İslam, yalnızca kişi ile Tanrı arasındaki alanla sınırlı kalmayarak, devlet ve toplum kurallarını da düzenleme iddiasındadır. Siyasal İslam'ın temel düsturu şeriattır" denildi.
İddianamede, "laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmek" olarak isimlendiren kapatma nedeninin, Anayasa'nın 69'uncu maddesinin (6) fıkrası yoluyla, 68'inci maddesinin (4) fıkrasında düzenlenmiş bulunduğu belirtilerek, laikliğin, "Ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan bir uygar yaşam biçimi" olduğu kaydedildi.
Laik düzende dinin, siyasallaşmadan kurtarılarak, yönetim aracı olmaktan çıkarılıp, gerçek ve saygın yerinden tutularak kişilerin vicdanlarına bırakıldığı vurgulanan iddianamede, "Laik devlet düzeninde kamusal düzenlemelerin kaynağı dini kurallar olamaz ve bu düzenlemelerin dini kurallara göre yapılması düşünülemez" denildi.
İddianamede, Türkiye'de laiklik ilkesinin uygulanmasının, kimi Batılı ülkelerdeki laiklik uygulamalarından farklı olduğu, laiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullarla her dinin özelliklerinden esinlenmesi ve buna göre değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarmasının doğal olduğu ifade edildi.
İddianamede, tarihsel gelişiminin farklılığı nedeniyle Türkiye için ayrı bir özellik taşıyan laiklik, Anayasa ile benimsenen ve korunan bir ilke olduğuna işaret edilerek, "Bu bağlamda Türkiye'deki siyasal İslamı esas alan partiler ile Avrupa'daki Hıristiyan Demokrat Partiler arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Türkiye'de siyasal İslam, yalnızca kişi ile Tanrı arasındaki alanla sınırlı kalmayarak, devlet ve toplum kurallarını da düzenleme iddiasındadır. Siyasal İslam'ın temel düsturu şeriattır" denildi.
"Laiklik ilkesinin içini boşaltmaya yönelik eylemler"
"Türkiye Cumhuriyeti yönünden olmazsa olmaz değer taşıyan laiklik ilkesini korumak amacıyla getirilen düzenlemelere, siyasi partilerin uymak, hatta laikliği pekiştirici iş ve işlemlerde bulunmak" durumunda oldukları vurgulanan iddianamede, siyasi partilerin Anayasa'da tarif edilen laiklik ilkesinin içeriğini boşaltmaya, değiştirmeye yönelik düşünce açıklamaları, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, ulus egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerde bulunmaları, yine herhangi bir tür diktatörlüğü/totalitarizmi savunarak, bu çerçevede suç işlenmesini özendirmelerinin de temelde laikliğe aykırılık oluşturduğu kaydedildi.
İddianamede, bir siyasi partinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmasının, Anayasa'nın 69'uncu maddesinin (6) fıkrası ve Siyasi Partiler Yasası'nın (SPY) 101'inci maddesi gereğince, kapatma nedeni olduğu anımsatıldı.
Laiklik kavramının, Avrupa kamu düzeni içerisinde de koruma gördüğüne, bu bağlamda şeriatın da Avrupa kamu düzeniyle bağdaşmadığı görüşüne yer verilen iddianamede, "Avrupa kamu düzeni içerisinde yer alan Türkiye yönünden, açıklanan kapatma nedeni, hem bu bütünün parçası olmasının hem de ayrıca kendi hukuk düzeninin bir gereğidir" denildi.
2001'den bu yana AK Parti
AK Parti'nin 14 Ağustos 2001 tarihinde tüzel kişilik kazandığı, 3 Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007 milletvekili genel seçimlerinde Parlamento'da çoğunluğunu elde ederek tek başına iktidar olduğu anımsatılan iddianamede, AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın daha önce Refah Partisi'nde siyaset yaptığı, bu parti listesinden 5 yıl süre için 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği ancak 6 Aralık 1997 tarihinde Siirt'te yaptığı konuşma nedeniyle "halkı din ayrımı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek" suçundan 10 ay hapis cezasına mahkum edildiği ve bu mahkumiyeti nedeniyle SPY 11'inci maddesi gereğince siyasi parti kurucusu (veya üyesi) olmasına yasal engel bulunmasına rağmen, AK Parti'nin kurucu üyesi olduğu daha sonra da partinin genel başkanı seçildiği anlatıldı.
Bu durumun yasal olarak olanaksızlığı karşısında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, Erdoğan'ın parti kurucu üyesi olamayacağının belirtilerek mevcut aykırılığın giderilmesi konusunda partiye ihtar kararı verildiğini belirtilen iddianamede, ihtar kararında öngörülen 6 aylık süre içerisinde aykırılık giderilmediğinden, AK Parti hakkında 23 Ekim 2002 tarihinde kapatma davası açıldığı kaydedildi.
İddianamede, yasalarda ve Anayasa'da değişiklikler yapılarak Erdoğan hakkındaki söz konusu mevzuat engellerinin ortadan kaldırıldığı ifade edilerek, açılan ilk kapatma davasının kararının halen açıklanmamış olsa bile yasa değişikliği ile bu davaya konu SPY'nin 104'üncü maddesindeki yaptırımın "devlet yardımından yoksunluğa" dönüştürüldüğü belirtildi.
Erdoğan ve kurmaylarının siyasi hayatı
Erdoğan'ın, AK Parti kurulmadan önce, "laikliğe aykırı eylemlerin odağı oldukları" için Anayasa Mahkemesi'nce 1998 yılında kapatılan Refah Partisi ve 2001 yılında kapatılan Fazilet Partisi'nde de siyaset yaptığı anımsatılan iddianamede, Erdoğan'ın, ara seçimde milletvekili seçilmesinin üzerine 14 Mart 2003 tarihinde kurulan 59'uncu ve daha sonra kurulan 60'ıncı hükümetlerde Başbakanlık görevini üstlendiği anlatıldı.
İddianamede, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Mehmet Ali Şahin, Abdülkadir Aksu, Ali Coşkun ve Zeki Ergezen'in de daha önce Refah Partisi ve Fazilet Partisi'nde, Cemil Çiçek ve Vecdi Gönül'ün de Fazilet Partisi'nde siyaset yaptığı hatırlatıldı.
22'nci dönemde TBMM Başkanı olan Bülent Arınç'ın daha önce Refah ve Fazilet Partisi'nde, eski TBMM Başkanvekillerinden İsmail Alptekin'in de daha önce Fazilet Partisi kurucu genel başkanlığı görevinde bulunduğu kaydedilen iddianamede, "laikliğe aykırı eylemleri" nedeniyle 1997 yılında Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğü görevinden alınan Beşir Atalay'ın ise 58'inci ve 59'uncu hükümette Devlet Bakanı, 60'ıncı hükümette de İçişleri Bakanı olarak görev aldığı ifade edildi.
Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde, aynı belediyenin şirketleri olan İDO Genel Müdürü Binali Yıldırım'ın Ulaştırma Bakanı, İGDAŞ yönetim kurulu üyesi Hilmi Güler'in de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, yine aynı belediyenin Veteriner İşleri Müdürü Mehdi Eker'in Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak görev aldığı belirtilen iddianamede, TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil'in de Erdoğan'ın belediye başkanı olduğu dönemde belediyeye bağlı İETT Genel Müdürlüğü görevinde bulunduğu kaydedildi.
Milletvekilleri, örgütler, yerel yönetimler ve üyeler bağlamında AK Parti'de halen siyaset yapanların, geçmişte siyaset yaptıkları partiler sıralamasında Refah Partisi ve Fazilet Partisi'nin ilk sırada yer aldığına işaret edilen iddianamede, "AK Parti'nin tüzük ve programı incelendiğinde, soyut metinlerde hedeflenen laiklik karşıtı modele yönelik hükümlerin yer almadığı görülmektedir. Ancak davalı parti, laiklik karşıtı eylem ve söylemleriyle yasalara ve Anayasa'ya aykırı olarak tüzük ve programının ötesine geçmiştir" görüşü savunuldu.
71 kişiye siyasi yasak istendi
İddianamede, davalı partinin "laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi" ile ilgili fiil ve beyanları bulunduğu Anayasa Mahkemesi'nce tespit edilecek kurucular dahil 71 kişiye Anayasa'nın 69'uncu maddesine göre siyasi yasak istendi.
Anayasa'nın 69'uncu maddesine göre, kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından sonra başlamak üzere bu kişiler 5 yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamayacaklar.
Siyasi yasak istenenler şöyle sıralandı:
* Recep Tayip Erdoğan, Bülent Arınç, Abdullah Gül, Hüseyin Çelik, Ömer Dinçer, Fahri Keskin, Burhan Kuzu, Eyüp Fatsa, Nihat Eri, Eyüp Sanay, Tayyar Altıkulaç, Ömer Özyılmaz, Sadullah Ergin, Cavit Torun, Asım Aykan, İrfan Gündüz, Mehmet Çiçek, İdris Naim Şahin, Binali Yıldırım, Akif Gülle, Hasan Kara, Fehmi Hüsrev Kutlu, Musa Uzunkaya, Mehmet Aydın, Güldal Akşit, Ersönmez Yarbay, Ahmet Faruk Ünsal, Mehmet Elkatmış, Abdullah Çalışkan, Nihat Ergün, Bülent Gedikli, Egemen Bağış, Resul Tosun, Hayati Yazıcı, Sadık Yakut, Abdurrahman Kurt, Muzaffer Külcü, Selami Uzun, Fatma Seniha Nükhet Hotar Göksel, Dengir Mir Mehmet Fırat, Mehmet Zafer Üskül, Hüseyin Tuğcu, Mehmet Cemal Öztaylan, Hüsnü Tuna, Fatma Şahin, Muzaffer Gülyurt, Muhyettin Aksak, Bekir Bozdağ, Nurettin Canikli, Mustafa Elitaş, Recep Akdağ, Cevdet Erdöl, Hüseyin Tanrıverdi, Ayşe Böhürler, Hasan Cüneyt Zapsu, Hasan Balaman, Ali Uğurlu, Kamil Ünal, Mustafa Burna, Ali Tekin, Süleyman Kaldırım, Mustafa Tarlacı, Ayşe Yüreklitürk, Ahmet Genç, Mehmet Demirci, Ahmet Misbah Demircan, Hüseyin Turan, İbrahim Karaosmanoğlu, Alaaddin Yılmaz, İbrahim Halıcı, Ahmet Şükrü Kılıç."
"Laiklik maddesinin özüne dokunuldu"
İddianamede, gösterilen delillerin, Anayasa'nın 10'uncu ve 42'nci maddelerinin "laiklik ilkesinin özüne dokunmak" amacıyla değiştirildiğini kanıtladığı ileri sürüldü.
İddianamede, "AK Parti hükümetlerinin laiklik ilkesine aykırı diğereylemleri" 14 maddede sıralandı. Milli Eğitim Bakanlığı'nın, Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Müfettişleri Başkanlıkları Yönetmeliği'nde değişiklik yaptığı, Danıştay'ın yönetmelik değişikliğini iptal etmesi üzerine, yönetmelikte yeniden bir değişiklik yapıldığı, Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı ilköğretimin 5'inci sınıfını bitiren öğrenciler için açılan yaz Kuran kursları ilköğretim müfettişlerinin denetimi kapsamına alınırken diğer Kuran kursları ile dernek ve vakıflarca açılan öğrenci yurtlarının yine denetim kapsamı dışında tutulduğu belirtildi.
İddianamede, Milli Eğitim Bakanlığı'nın Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliği'nde 2006-2007 öğretim yılından itibaren geçerli olmak üzere İmam Hatip Lisesi öğrencileriyle ilgili önemli bir düzenleme yaparak, İmam Hatip Lisesi son sınıf öğrencileri ya da mezunlarının, Açık Öğretim Lisesi'nde bir dönem öğrenim gördükten sonra Öğrenci Seçme Sınavı'nda (ÖSS) istedikleri alandan sınava girebilmelerine olanak tanındığı kaydedildi.
Bu yönetmeliğin, Danıştay kararıyla yürütmesinin durdurulduğu da hatırlatıldı.İddianamede, Milli Eğitim Bakanlığı'nın Şubat 2002 tarihli Tebliğler Dergisi'nde yayımlanan Merkezi Sistem Sınav Yönergesi'nde yapılan değişiklikle "örgün ilk ve orta öğretim kurumlarında öğrenim görenadayların merkezi sistem sınavlarına başı açık, temiz, düzenli ve aşırılığa kaçmayan bir kıyafetle girmelerini sağlamak" maddesinin, "Adayların temiz, düzenli ve aşırılığa kaçmayan bir kıyafetle sınava girmelerini sağlar" ifadesiyle değiştirildiği belirtildi.
İçkili yerler genelgesi
İçkili yerlerin açılması ve ruhsatlandırılmasına ilişkin yapılan hukuki düzenlemelere de yer verilen iddianamede, yapılan bu düzenlemeler üzerine belediyelerin, yönetmeliğe ve yönetmeliğe aykırı çıkarılan genelge hükümlerine göre işlemler yaptığı, uygulamaların içki içilmesi ve satılmasını kısıtlama kampanyasına dönüştürüldüğü, resmi kurumlara ait sosyal tesislerde içki yasağı uygulamasına başlandığı ileri sürüldü.
Sağlık Bakanlığı'nca hazırlanan Sağlık Kuruluşları Ruhsatlandırma Yönetmeliği Tasarısı'nda, birinci basamak sağlık kuruluşlarında, hastaların dini gereklerini yerine getirebilecekleri mekanlar ayrılmasının öngörüldüğü ifade edilen iddianamede, Devlet Planlama Teşkilatı'nın 9'uncu Kalkınma Planı hazırlıkları kapsamında oluşturulan Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Özel İhtisas Komisyon'un taslak raporunda, "zekat" sisteminin özel kurum ve teşkilatına kavuşturulması, bu amaçla "Zekat Mağazalar Zinciri" oluşturulması önerisinde bulunulduğu kaydedildi.
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun "mükellefler" başlıklı 2'nci maddesinin beşinci fıkrasında; "...Bu Kanunun uygulanmasında sendikalar dernek; cemaatler ise vakıf sayılır" hükmü getirilerek, cemaat kavramının yasalara girdiği belirtilen iddianamede, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı'nın denetim ve gözetiminde yaz Kuran kurslarının açılması, halen Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kış aylarında düzenlediği Kuran kurslarına gitmek için gereken ilk ve orta öğretimi bitirmiş olma, yani 15 yaş ve yaz aylarında aranan 12 yaş sınırı şartının kaldırılmasının öngörüldüğü yasa teklifinin TBMM Başkanlığı'na sunulduğu da ifade edildi.
İddianamede, "Milli Eğitim Bakanlığı Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliği ile imam-hatip lisesi mezunlarına, çift diploma edinmeleri suretiyle üniversiteye girişte 1999 yılından beri uygulanan katsayı uygulamasının bertaraf edilmesi imkanının sağlandığı, ayrıca öğrencilerin türbanlı, sakallı olarak derslere devam etmeleri olanağının tanındığı" öne sürüldü.
Açıköğretim lisesi sınavlarına bazı öğrencilerin türbanla hatta çarşafla katıldıkları, Alanya'daki Açık Lise sınavlarına türbanla girenleri rapor eden ve buna izin veren okul müdürleri hakkında suç duyurusunda bulunan 3 öğretmen hakkında soruşturma açıldığı da iddianamede yer aldı.
İddianamede, türbanın yükseköğretim kurumlarında serbestçe takılmasına olanak sağlamak üzere Anayasa'nın 10'uncu ve 42'nci maddelerinde değişiklik yapılmasını içeren kanun teklifinin AK Parti ile MHP milletvekillerinin imzalarıyla, aynı amaca yönelik 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunun Ek 17'nci maddesinde değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinin ise her iki partili 7 milletvekilinin imzalarıyla TBMM'ne sunulduğu, bu kanun teklifinde AK Parti milletvekilleri Bekir Bozdağ, Sadullah Ergin, Nurettin Canikli, Mustafa Elitaş ve Nihat Ergün'ün imzalarının bulunduğu kaydedildi.
Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı'ndan istifa eden Prof. Dr. İrfan Erdoğan'ın ile Talim Terbiye Kurulu Başkan Yardımcısı Ali İlker Gümüşeli'nin, görevlerinden Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ile izlenen çizgide uyuşamadıklarından ayrıldıkları yönündeki beyanları da iddianamede yer aldı.
Eylemlerin değerlendirilmesi
İddianamede, iç hukuk ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) siyasip arti kapatma davalarında esas aldığı ölçütler de nazara alınarak eylemlerin değerlendirilmesi yapıldı.
AİHM'in, Refah Partisi kapatma davası kararından alıntılar yapılaniddianamede, AİHM'in kararında, "... Laiklik ilkesine saygı duymayan hiçbir hareket kabul edilemez ve koruma göremez" denildiği belirtildi.
Türkiye'nin, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan milletler arasında laiklik ilkesini Anayasası'na alan ilk Cumhuriyet olduğundan, laikliğin Türkiye Cumhuriyeti'nin esasını oluşturduğu, diğer devrimlerin de bu ilkeler üzerine yapılandırıldığı kaydedildi.
İddianamede, şu görüşlereyer verildi:
"İlk ve yeni olan bu ilkenin daha çok korunması gerekmekle Türkiye'deki laiksizm, batıdakinden farklı ve yaşamsal bir yapıya sahip bulunduğundan, toplumca içselleştirildiğinden Türkiye'nin bu tehdit ve tehlikeler karşısında gerekli koruma önlemlerini alma hakkı bulunmaktadır. Bu noktada davalı partinin dinsel simgelere getirilen yasağın sadece Türkiye ile sınırlı olduğuna ilişkin iddiası yanıltıcıdır. Türkiye'de siyasal İslamcı akımların ve aynı esasa dayalı politikalarıyla davalı siyasi partinin nihai amaçlarının hukuk devleti yerine, dini esaslara dayalı bir devlet sistemi kurmak (şeriat) olduğu görülmüştür.
Bu amaca ulaşıncaya kadar 'takiye' yöntemini kullanacakları kendi ifadeleriyle açıklanmaktadır. Tabanlarından gelen baskı karşısında sabır ve itidal tavsiyeleri bunun işaretidir. Oysa şeriat düzeni Anayasa, İHAS ve buna bağlı olarak Avrupa kamu düzeni ile hiçbir biçimde bağdaşmamaktadır. Bu yolda siyasal İslam'ın ya da Türkiye'ye giydirilmek istenen 'ılımlı İslam' modelinin bir şeriat devletine dönüşmesi ve gerekirse bu yolda İslami terörün de kullanılması uzak bir olasılık değildir.
Nitekim yakın tarihte bölgemizde geçiş dönemi örneği olarak, sıkça öne çıkarılan kimi devletlerin daha sonra kaçınılmaz biçimde radikal bir değişikliğe uğrayarak kökten dinci bir rejime dönüştüğü görülmüştür. Davalı parti ileri gelenlerinin gerek siyasal alandaki söylemlerinde,gerekse eğitim ve öğretim programlarındaki uygulamalarında, Cumhuriyet öncesi döneme sıklıkla vurgu yapmaları; o döneme ait uygulamaların veşeriata özgü çok hukukluluğun üstü kapalı olarak canlı tutulması veyerleştirilmeye çalışılmasıdır."
"İslam'a yönelik pozitif ayrımcılık"
"Çok hukukluluğun ve İslami yönden sınırsız özgürlüğü savunmanın,İslam'a yönelik pozitif ayrımcılık" olduğu savunulan iddianamede, "Bu suretle devlet ve laik hukuk dışlanmaktadır. Sonuçta bu doğrultuda atılan adımlar yoğunlaştıkça İslami düzen ortaya çıkmakta ve laiklik de ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda dinsel bir simge olan türbanın yükseköğretimde ve giderek tüm alanlarda serbestçe takılmasına yönelik politikalar, imam hatip okullarının sayısının arttırılması ve katsayı sisteminin kaldırılması gibi uygulamalar genel nüfusun ağırlıklı inanç yapısı gözetildiğinde İslam için bir pozitif ayrımcılıktır" denildi.
İddianamede, "Laik devlet, yapısı ve değerleriyle dini hüküm ve kurallara bağımlı olmayan, bilimin esaslarına uygun ve din kurallarından bağımsız olarak her türlü düzenlemeyi yapabilen, din kurallarının yasa koyucuyu sınırlayamadığı devlettir. Bireyler de laik devletin koyduğu kuralların din kurallarına aykırı olduğunu ileri sürerek bu kurallar nedeniyle eğitim ve öğrenim haklarının engellendiğini ileri süremezler. Çünkü laik devlet fertlerin toplumsal yaşamdaki işlerini ilgilendiren konularda din kurallarıyla bağlı olmaksızın kamu düzeni ve yararını gözeterek serbestçe düzenleme yapabilir" ifadesi kullanıldı.
İddianamede, "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın başlangıç dahil birçok maddesinde yer alan laikliği başka bir biçimde anlama ve yorumlamanın imkanı yoktur. Oysa başta davalı partinin genel başkanı ve bir dönem TBMM Başkanlığı da yapmış olan Bülent Arınç ve diğer parti ileri gelenlerinin 'anayasada laikliğin bir tanımının bulunmadığını, Türkiye'deki laiklik uygulamasının Fransız laiklik anlayışına yakın olduğunu, oysa anglo sakson bir laiklik anlayışının Türkiye'nin laiklikle ilgili sorunlarını çözeceğini, insanların laik olamayacağını, ancak devletin laik olabileceğini, kendilerinin dini inançları nedeniyle laik olmadıklarını', sıklıkla tekrarlamaktadırlar. Burada dini inancı olanların laik olamayacaklarını vurgulamaktaki asıl amaç, laiklik ilkesini hukuksal yerinden uzaklaştırarak, inançsızlık-inanca dayalı bir ayrımcılık oluşturmaktır. Ayrıca laikliğin yanlış tanımlandığı iddiası, resmi daire ve üniversitelerde uygulanan türban ve başörtüsü yasağını hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engelleyen, zulüm ve zorbalık olarak gösterilmesi, kamu düzenini bozacak nitelikte görülmüştür" denildi.
Erdoğan'ın "...Af yok, suç işleyen cezasını çeker, Devlet katili affetme yetkisine sahip değildir. Katili affetme yetkisi aslında maktulün varislerine aittir. Öyle olması lazım..." şeklindeki sözlerine yer verilen iddianamede, "Bu yoruma göre, özel ve kamusal yaşamın tümünü kapsama iddiasındaki İslam şeriatı için hiçbir kısıtlama öngörülemeyecek, ceza hukuku uygulamalarında da şeriat hukukunun kapıları açılacaktır. Bu bakış açısıyla türban bir dini vecibedir ve dini vecibelere kısıtlama getirilemez" denildi.
İddianamede,şu görüşlere yer verildi:
"Gösterilen deliller, Anayasa'nın 10'uncu ve 42 nci maddelerinin laiklik ilkesinin özüne dokunmak amacıyla değiştirildiğini kanıtlamaktadır. Çünkü artık kökten dinciler isteklerini türbanın kamusal alanda da serbest kalmasının ötesine taşımışlar, televizyonlardaki açık oturumlarda 'türbanın yasaklanmasını savunanların Mussolini gibi yargılanacaklarını ve cezalandırılacaklarını' çekinmeden söylemeye başlamışlardır. Sadece bu durum bile laik devlet ilkesini ve Türkiye'de laikliği savunanları nasıl bir tehlikenin beklediğini göstermeye yeterli olup, şeriatın içerdiği şiddet unsurunu da sergilemektedir. "
"Davalı parti, başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet'in bütün kazanımlarına karşı mücadeleyi esas alan, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi çizgisinin devamı niteliğinde siyasi bir oluşumdur. Ancak bu partilerin geçmişte kullandıkları radikal, antilaik eylem ve söylemleri nedeniyle hukuki koruma görmemeleri ve bazılarının kapatılmaları gözetilerek, tarihi deneyimden ders alan bir grup tarafından kurulmuştur. "
"Davalı parti özellikle 22 Temmuz 2008 seçimlerinden sonra, alınan oy oranının etkisi ve cüretiyle toplumu İslam devletine dönüştürecek projelerini önce yeni bir Anayasa taslağı hazırlamak sonra da türbanı gündeme getirmek suretiyle laiklik ilkesini hedef alarak adım adım gerçekleştirmeye başlamıştır."
"Türban, davalı partinin Cumhuriyet devrimlerine ve özellikle laiklik ilkesine yönelik kararlılıkla yürüttüğü mücadelesinde eğitim, kültür, ekonomik ve sosyal yaşam alanlarında toplumu dönüştürecek karşı devrimin adımlarını atarken kullandığı özgürlükçü söylemli bir dini ve siyasi simgedir" denilen iddianamede, "türbanla" ilgili Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve AİHM kararlarından örnekler verildi.
"Yargıtay'ın rejimi koruma görevi başladı"
İddianamesinde, "Anayasa'nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez hükmü olan laiklik ilkesi zedeleniyorsa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın rejimi koruma yetki ve görevi başlayacaktır" denildi.
İddianamede, siyasi partilerin yasaklanmış eylemlerin odağı haline gelebilmesi için, "Anayasa'ya aykırı fiillerin bir partinin üyelerince' yoğun' bir şekilde işlenmesi ve bu durumun o partinin yetkili organlarınca zımnen veya açıkça benimsenmesi" ve "Anayasa'ya aykırı fiillerin doğrudan doğruya bir partinin yetkili organlarınca 'kararlılık' içinde işlenmesi" gerektiği kaydedildi.
"AK Parti'nin, Milli Görüş yanlısı partilerin savunduğu çok hukukluluk ilkesinden ayrılamadığı" öne sürülen iddianamede, bunun, "kendi hukuklarını egemen kılmak için yargı kararlarına rağmen yüksek öğretim kurumlarında kılık ve kıyafetin serbest bırakmaya yönelik düzenlemeyi Anayasa'da hüküm altına almak amacıyla TBMM'ye verilen yasa teklifiyle" açıkça ortaya çıktığı savunuldu.
İddianamede, "Kişilerin inançlarının veya giyimlerinin ölçü alınması, bazı kesimlere toplum ve devlet içinde ayrıcalık tanımak olur ki, bu, eşitliği bozacağı gibi demokrasiye de aykırı düşer ve oluşturulan farklı kimliklerin önce ayrımcılık sonra da kaçınılmaz bir şekilde bölünme nedeni olması sonucunu doğurur" denildi.
AK Parti'nin, "özellikle Anayasa ile Yüksek Öğretim Kanunu'nda değişiklik içeren tekliflerinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel ilkelerini değiştirecek zemini oluşturmak niyetini ortaya koyduğu" ileri sürülen iddianamede, "Davacı partinin, laik sistemlerde dini simgelerin siyasi amaçla kullanılamayacağını göz ardı ettiği, laik Cumhuriyet'i yeni bir yaşam ve devlet düzenine dönüştürme kararlılığı içinde olduğu, toplumu dindar olanlar olmayanlar diye ikiye ayırmaya başladığı, ülkenin laik hukuk yapısını aşamalı olarak yeniden biçimlendirip yönlendirmeye çalıştığı, rejimin ve Cumhuriyet'in geleceğini tartışmaya açtığı belirlenmiştir" denildi.
"Laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline gelen" siyasi partinin Anayasa'nın 68/4. maddesi delaletiyle 69/6. maddesi gereğince kapatılmasının gerekti savunulan iddianamede, "AK Parti'nin iktidar partisi olması nedeniyle beyan ve eylemleri laik Cumhuriyet aleyhine giderilmesi olanaksız zararlar doğurması kapatma yaptırımını gerektirmekte, ortaya konulan eylemler gözetildiğinde kapatma yaptırımının uygulanmasında zorlayıcı sosyal gereksinim bulunmaktadır" denildi.
İddianamede, şu görüşlere yer verildi:
* "Kapatma davasının açıldığı tarihte davalı iktidar partisinin türbanın yükseköğretim kurumlarına sokulması için Anayasa değişikliği ile neden olduğu toplumsal kutuplaşma ve gerginlik dikkate alındığında ve özellikle demokratik toplumun düzenli bir biçimde işlemesinin sağlanmaya çalışıldığı ülkemizde, laiklik ilkesinin korunması yasal ve anayasal bir zorunluluk olduğu gibi, bu ilkenin korunmasında genel bir çıkar da bulunmaktadır. AK Parti'nin, bu genel çıkar da gözetilerek kapatılması, zorlayıcı sosyal gereksinim de dikkate alındığında demokratik toplum gereklerine uygundur."
* Türkiye Cumhuriyeti'nin, "şeriatla yönetilen ve başında İslam şeriatınıda simgeleyen halifenin bulunduğu bir modele karşı verilen mücadele sonucu ortaya çıktığı" anımsatılan iddianamede, kurtuluş mücadelesinin sadece yabancı işgal güçlerine karşı değil, "kurtuluş ve kuruluşu baltalayan mollalara, şeyhlere ve her türlü din bezirganlarına karşı daverildiği" vurgulandı.
İddianamede, AK Parti'ye yönelik kapatma yaptırımının uygulanmasının, çoğulcu demokrasinin gereklerine uygun olduğu savunularak, "Dini kurallara dayalı bir rejimin çoğulcu demokrasi ile bağdaşabileceğini iddia etmek en hafif deyimiyle insanlığın aydınlanma mücadelesini ve sonrasındaki kazanımlarını inkar etmektir" denildi.
TBMM Başkanı ve başkanvekillerinin de konumları itibariyle eylemlerinin, mensubu oldukları siyasi partiye isnat edilebileceğinin önem taşıdığı belirtilen iddianamede, eski TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın eylemlerinin, mensubu olduğu AK Parti'nin eylem ve söylemiyle örtüştüğü, eylemlerinin AK Parti tarafından destek gördüğü ve bu nedenle Arınç'ın beyan ve eylemlerinin AK Parti'ye isnat edilebilir nitelikte olduğu ifade edildi.
İddianamede, partiyi temsil eden organlarca gerçekleştirilen eylem veya söylemlerin, partinin değil, kendi kişisel görüşleri olduğu açıklanmadıkça, bu söylem ve eylemlerin partiye isnat edilebileceği öne sürüldü.
22 Temmuz 2008 Genel Milletvekili seçimi ile AK Parti milletvekili seçilen eski Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in, müsteşarlığı dönemindeki iş ve işlemlerinin de AK Parti'yi bağladığı öne sürülen iddianamede, "İktidar partisinin laikliğe aykırı eylem ve söylemleri gerçekleştirilmekte ve dile getirilmekte, siyasi parti kendisini sorumlu kılmamak adına, devlet mekanizması gereğince yakın ilişkide bulunduğu bu kadrolardaki kişilerin, siyasi parti tarafından da benimsenen iş veişlemleri, tartışmasız olarak siyasi partiyi bağlamaktadır" görüşüne yer verildi.
"Sorumluluktan kurtarmaz"
İddianamede, şunlar kaydedildi:
"Siyasi partinin hedef ve amaçlarıyla açıkça örtüşen eylem ve söylemler nedeniyle siyasi partinin bu eylem veya söylem sahiplerini eleştirmesi veya haklarında soruşturma yapması, sadece partinin kendisini bu eylemlerden sorumlu kılmamak amacına yönelik olduğunda, bu eylem ve söylemler de siyasi partiyi sorumluluktan kurtarmamaktadır. Göstermelik olarak başlatılan, sonuçsuz kalan veya öngörülenden daha az yaptırımla sonuçlanan soruşturmalar da, o siyasi partiyi sorumluluktan kurtarmamaktadır. Bu nedenle yukarıda irdelenen eylemlerin soruşturma konusu olması, bu eylemlerin AK Parti'ye yüklenmesine engel değildir. "
"Davalı partinin din ve dince kutsal sayılan şeyleri istismar ederek, ancak 'mutabakat süreçleri' olarak adlandırdıkları yöntemle toplumun İslami bir yapıya doğru evrimleşmesini sağladıktan sonra şeriatı egemen kılacakları gerçeğinden hareketle ve şeriatın tüm toplumu İslami bir düzene kavuşturmayı esas alan 'cihat' boyutu ile davalı partinin halen iktidar partisi olması gözetildiğinde, laik rejimi değiştirmek noktasında maddi güç kullanması ve bu tehlikenin uzak olmadığı bir gerçektir. "
"Nitekim AK Parti Genel Başkanı Erdoğan ve diğer partililerin demokrasiyi çoğulcu değil, 'çoğunlukçu' olarak algıladıklarını gösteren eylem ve demeçleri olası bir 'çoğunluk diktasının' açık işaretleridir."
"AK Parti'nin, demokratik düzende faaliyette bulunarak, Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası'na aykırı olarak, demokrasi ötesi bir sisteme ulaşmaya ve bu sistemi gerçekleştirmeye çalıştığı" öne sürülen iddianamede, "iktidar partisinin, iktidar olanaklarından hareketle hukuksal yollardan ya da cihat yoluyla amacına her zaman ulaşmasının olanaklı olduğu" savunuldu.
İddianamede, "Eylemleriyle ve özellikle laiklik ilkesini dolaylı yoldan bertaraf edecek Anayasa'nın 10 ve 42'nci maddelerinin değiştirilmesi, Yüksek Öğretim Yasası'nın Ek 17'nci maddesinde düşünülen değişiklik ile İslami modeli gerçekleştirmeyi açıkça ortaya koyan siyasi partinin kapatılmasının zorlayıcı sosyal gereksinim ve demokratik toplum gereklerine aykırı, soyut, uzak ve gerçekleşemez olduğu ilerisürülemez" denildi.
"AK Parti'nin, politikasının ortaya çıkardığı tehlikenin belirgin ve yakın olduğu" savunulan iddianamede, "medeni barışa ve Türkiye'nin demokratik rejimine zarar verebilecek somut adımlar atıldığı ve buadımların engellenmesi gereğinin ortaya çıktığı" ifade edildi.
"Kapatma yaptırımı tek seçenektir"
"Kapatma yaptırımı uygulanması, çoğulcu demokratik sistemde yapılması gereken ve hukuksal yoldan uygulanabilecek amaca uygun ve orantılı tek seçenektir" denilen iddianamede, AK Parti'nin eylemlerinin, Anayasa'nın 68'inci maddesinin 4'üncü fıkrası kapsamında "insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı bulunmaması ve ayrıca herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlamanın yasak olması" kurallarına aykırılık oluşturduğu savunuldu.
"AK Parti'nin eylemlerinin yoğunluğu karşısında 'onu amacından alıkoyacak' ara yaptırımlar ve ara çözümlerin olanaklı olmadığı" iddia edilerek, "kapatma yaptırımının, dava yönünden radikal olmayıp, olaya uygun ve orantılı bir yaptırım olduğu" ileri sürüldü.
İddianamede, "Kamusal alanda ve TBMM'de de türbana serbestlik sağlanmasına yönelik beyanlar ile imam hatip lisesi mezunlarına uygulanan katsayı sisteminin kaldırılması girişimleri bu tehlikeyi daha somut ve yakın kılmaktadır. Davalı Partinin, toplumsal barışı tehlikeye düşürene ve öngördüğü modeli gerçekleştirene kadar beklenilmesi doğal olarak söz konusu olamaz. AK Parti'nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı durumuna gelmesinden başka, söz konusu eylemlerdeki yoğunluğun ve kararlılığın düzeyi gözetildiğinde, eylemleri toplumu çok ciddi ve ağır sonuçlarla yüz yüze bırakmaya elverişlidir. Cumhuriyet'in kurulmasıyla terk edilen bir sistemin değerlerinin gündeme getirilmesi, demokratik sistem ve toplum yönünden laik düzenin tesisi ve korunmasında kaçınılmaz olarak çok ağır sonuçlara neden olacaktır" denildi.
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
Bu gelenek 500 yıldır devam ediyor: Köyde bayram havası oluşuyor
Son dakika | Dikkat! Meteoroloji’den yeni uyarı! Kar, sağanak ve fırtına alarmı
Ayetli REGAİP KANDİLİ mesajları! KANDİL MESAJLARI 2025! Resimli, Anlamlı, Kısa Hadisli, Dualı Regaip Kandili ile İlgili Mesajlar ve Sözler!
TBMM Başkanı Kurtulmuş, DEM Parti heyetini kabul etti: İşte görüşmeden ilk kareler!
Müsilaj kabusu geri mi dönüyor? Böyle görüntülendi