hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    'Burası Washington' - Bölüm I

    Burası Washington - Bölüm I
    expand

    Türkiye-ABD ilişkilerinin nabzını tutan 'Burası Washington'da Yasemin Çongar'ın konukları Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Soli Özel, Brookings Türkiye Programı Yöneticisi Ömer Taşpınar ve TÜSİAD ABD Temsilcisi Abdullah Akyüz'dü.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    16 temmuz 2006 tarihli 'Burası Washington' programının deşifresi:

     

    Yasemin Çongar: Amerika'dan hepinize merhaba. Burası Washington. Ben Yasemin Çongar. Amerikan başkentinde şu arkamda gördüğünüz Washington'un simgesi olan Kongre binasının bir kaç yüz metre ötesindeki stüdyomuzda yeniden beraberiz. İlk programımızı izliyediyseniz hatırlayacaksınız, bu buluşmalarımızın amacı Türk-Amerikan ilişkisinin gidişatını irdelemek, Amerika'yı ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren politikalarını tartışmak ve Türkiye'nin dış politikasının Washington'dan nasıl göründüğüne bakmak. İşte bu ikinci buluşmamızda da yine bu konuları tartışmak için hem Amerikan başkentinde Amerikan politikasını yakından yerinde izleyen, hem de Türk politikasını yakından takip eden konuklarla beraberiz.

    Ben hemen Soli Özel'den başlamak istiyorum. Soli Özel Bilgi Üniversitesi'nde öğretim görevlisi, 1990'lı yıllarda Washington’da Johns Hopkins Üniversitesi'ne bağlı, kısaca SAIS diye bilinen Uluslararası İlişkiler okulunda hocalık yapmıştı. Şimdi özel bir araştırma bursu ile yeniden Washington'da. Woodrow Wilson Merkezi adlı fikir kuruluşunda çalışıyor. Tabii kendisini Sabah gazetesi yazılarından tanıyorsunuz.

    Ömer Taşpınar Washington'un en seçkin fikir kuruluşlarından Brookings'de Türkiye programını yönetiyor. Kendisi yine SAIS de hoca: Amerikan Ulusal Savunma Üniversitesi’nde hocalık yapıyor. Ve Radikal'de de düzenli yorum yazıları yazıyor.

    Ve Abdullah Akyüz, ilk programımızı izleyenler kendisini hatırlıyacaklar, Akyüz burada Washington'un demirbaşlarından olmaya aday. Kendisi Türkiye Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) 1999'dan beri Amerika temsilcisi. Ve bu konumuyla hem Türk-Amerikan ilişkilerini yakından izliyor, hem de bir anlamda özel sektör bazında yönlendirici rol oynuyor. Hepiniz hoşgeldiniz.

    Bugünkü gündemimiz yoğun. Son Türk-Amerikan ilişkilerindeki güncel meseleleri, Orta doğudaki durumu konuşacağız. Çok kısa önce gündemi bir kaç soru ile özetleyerek başlamak istiyorum. Türkiye ile Amerika stratejik ortak mı değil mi? Önce bunu ele alacağız. Ortadoğu’da yeniden savaş hali var mı, buna bakacağız. Arap-İsrail gerginliğine bakışta Ankara ile Washington arasında bir uyum mu var yoksa uçurum mu? Bunu tartışacağız. Ve tabii toplumumuzun batıya, özellikle Amerika'ya belli bir öfkesi var . Bu öfkenin siyasi sonuçlarını ele alacağız hep birlikte. İsterseniz stratejik ortaklık meselesinden başlayalım.

    YÇ: Ben ilk başta açıkçası basit bir soruyla stratejik ortaklık nedir, bunun bir tanımı var mı? Olmazsa olmaz bileşenleri var mı diye sana sormak istiyorum Ömer. Biraz akedemisyen şapkanı başına takip basit bir şekilde bize anlatır mısın?

    ÖT: Evet, kavram olarak düşünürsek stratejik ortaklık aslında müttefiklik ötesi bir kavram. Yani çıkar ortaklığı olması gerekiyor fakat bence en önemli iki unsuru ülkelerin birbirine güvenmesi; bürokrasilerinin, halklarının, devlet yapısının birbirine güvenmesi. Bu açıdan bakılacak olursa Türkiye ve Amerika stratejik ortak mı sorusunda, çıkar ortaklığı varsa bile belirli bir güven eksikliği olduğu için orada bir kavramsal sorun görebiliriz.

    YÇ: Evet güven eksikliği diyor Ömer. Abdullah katılıyor musun? Hakikaten de mesala Amerika'nın stratejik ortağı deyince benim aklıma İngiltere ve İsrail geliyor. Türkiye ile Amerika arasında böyle birşey var mı sence?

    AA: Bence aslında Amerika'nın İsrail'le, İngiltere'yle hatta belki başka bir anlamda da olsa Kanada ve Meksika ile çok farklı ilişkileri var. Stratejik ortaklık diye mesala Google'da bir arama yaptığınız zaman hiç bu ülkeler çıkmıyor.

    YÇ: Artık herşey Google ile biliyorsun çözülüyor…

    AA: Orada mesala Hindistan çıkıyor, Türkiye çıkıyor, Pakistan, Afganistan çıkıyor, Ukrayna çıkıyor bütün ülkeler, hatta Rusya 1990'larda...

    YÇ: Ne kadar anlaşamadığı ülke ya da pürüzlü ülke varsa stratejik ortak olarak çıkıyor.

    AA: Ben aslında Ömer'den biraz farklı düşünüyorum. Stratejik ortaklığı biraz daha Amerika'nın diğer ülkelerle olan ortaklığının ya da ilişkisinin altında bir yerde görüyorum. Ve daha gevşek bir işbirliği imkanı, yani herkes kendi ana politikalarında, kulvarlarında giderken belirli konularda işbirliği yapmaları diye bakıyorum. Ve bu anlamda Türkiye ile Amerika arasında çeşitli işbirliği alanları var. Ama mesala bu son ortak vizyon belgesinde belirlenen alanların bir kısmında da Ömer'e katılıyorum, burada güvensizlik var. Bu alanlar belirlenmişse bile ben buralarda çok fazla aşama kaydedilebileceğine inanmıyorum.

    YÇ: Vizyon belgesine birazdan geleceğiz. Senin gözlemin tabi mevcut duruma ilişkin. Ömer daha genel, nasıl olması gerektiğinin tanımını yaptı. Peki Soli, stratejik ortaklık aslında güven ilişkisine dayanan çok yakın bir ilişki biçimi diyoruz. Birçok ülke de 'stratejik ortak' olarak adlandırılıyor Amerika tarafından. En son Dora Bakoyanni Yunanistan Dışişleri Bakanı kisa bir süre önce Amerikada'yken Yunanistan'da şimdi artık stratejik ortak oldu. Neden bugünün dünyasında Amerika'nın stratejik ortağı olmak bu kadar makbul?

    SÖ: Aslında çok makbul olmaması gerekir çünkü ABD'nin bütün gücüne rağmen dünyadaki prestiji zayıflamış durumda. Fakat galiba iki şey var; Ömer kavramsal olarak bunun ne olduğundan bahsetti, Abdullah'ın değindiği ise ne kadar ülke varsa Amerika'yla olan ilişkisini, en azından kendi kamuoyuna özel bir ilişki diye satmak isteyen biz stratejik ortağız diye çıkarıyor. Amerikalılar da onu mutlu etmek için bu deyimi kullanıyorlar. Bence bu deyimin kullanılması o kadar önemli değil. Yani Yunanistan Amerika'nın stratejik ortağı olsa ne olur olmasa ne olur... Hindistan farklı bişey ama burda asıl mesele galiba şu; stratejik ortak diye tanımlayacağınız ülke sizinle anlaşmasa bile sizin çok önemsediğiniz birşeyde sizinle ortaklık yapıyor. İşte İngiltere'nin Irak savaşına girmesi. İsrail-Amerika ilişkisinde de bunun tam tersi oluyor, İsrail çok önemli bulduğu herşeyde Amerika'yı peşine takıyor. Bunu heralde Ortadoğu bölümünde tartışırız.

    YÇ: Evet onu Ortadoğu'da tartışıcağız. Belgeye zaten Abdullah sözü getirmişti. Gerçekten son günlerin Türk-Amerikan ilişkisindeki en önemli gelişmelerinden biri bu belgenin açıklanması oldukça uzun bir adı var. Ben size önce adını okuyayım, aklımda kalmasına imkan yok: "Türk Amerikan Stratejik Ortaklığını İleri Götürmek İçin Ortak Vizyon ve Yapılandırılmış Diyalog." Şimdi biraz içeriğine bakalım, bu belgeyi ekrana getirelim. Görüyorsunuz belgede bir ortak vizyon tanımı yapılıyor; bölgesel ve küresel hedeflerde aynı değerlerden, aynı ideallerden söz ediliyor. Ve tabi belge çok geniş bir işbirliği alanını da tanımlıyor aslında. Şimdi onlar da ekrana geliyor... Örneğin Geniş Ortadoğu, İsrail-Filistin, Birleşik Irak, İran, Karadeniz, Kafkaslar, Orta Asya ve Afganistan, Kıbrıs'ta Çözüm ve İzalaosyonun Kaldırılması, Enerji Güvenliği, Transatlantik ilişkiler ve NATO, PKK ile Mücadele ve Türkiye'nin AB üyeliğine Amerika'dan destek. Bir de dört tane diyalog kanalı tanımlanıyor: Uzman Danışmaları, Siyaset Planlama Toplantıları var, Geniş Tabanlı Diyalog var, Dışişleri Müsteşarlarının yıllık revizyonu var bunlar arasında.

    Şimdi be belgeye baktığımızda, özellikle işbirliği alanlarında baktığımızda dikkat çeken bazı unsurlar var; bir tanesi Birleşik Irak vurgusu. Irak herhalde Türkiye'nin en önemli dış meselelerinden biri, komşusu; iç politikasını doğrudan ilgilendiren bir mesele. Amerika açısından da tabi öyle.. Irak'ta çıkarlar ortak mı? Yani Amerika gerçekten Birleşik Irak, tek Irak hedefine Türkiye kadar bağlı mı Soli?

    SÖ: Benim anladığım kadarıyla Amerikalılar Irak'ın toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesini istiyorlar. Ve tabii bu konudaki samimiyetlerine Türkiye'yi ve Türk kamoyunu ikna edebilmeleri üç yıl sürdü. Irak'ın bir arada tutulabileceği bence gayet sorgulanabilir bir hale geldi. Her ne kadar ben Irak'ta Türkiye'yle Amerika'nın çıkarlarının ortak olduğunu düşünüyorsam da, toprak bütünlüğünün muhafazası, işte Kerkük'ün özel bir statüde kalması vs. gibi Kürtlerin asıl tam konumu konusunda bir rahatsızlık olsa bile bence Irak'ın parçalanması üzerinde düşünmemiz gerekir. Ve Irak'ın parçalanması durumunda bu çıkarları birbirine yakın şekilde tanımlayabilecek miyiz, o bence bir mesele olarak önümüze ortaya çıkacak.

    YÇ: Bir de Irak'ın ötesinde geniş bir coğrafya tarif ediliyor. Belgeye beraber baktık. Karadeniz ve Geniş Ortadoğu denen o sınırları pek de belli olmayan alanda ortak vizyon tanımı var. Ömer, Ankara örneğin Karadeniz havzasında o renk devrimlerine hiçde sıcak bakmadı, değişimin zorlanmasını hiçde sıcak bakmıyor. Nesi ortak bu bakışın?

    ÖT: Burada bence güven sorunu ortaya çıkıyor. Bir bakıma gerek Gürcistan'daki, gerek Ukrayna'daki devrimlerin sanki Amerika tarafından, Soros tarafından itilircesine yapılmış olması Türkiye'nin statükocu refleksleriyle çakışıyor. Türkiye bölgesinde gerek Ortadoğu olsun, gerek Karadeniz'de çok ciddi siyasi buhranlar görmek istemiyor. Demokratikleşme dediğimiz olguysa belirli bir siyasi istikrarsızlık getiriyor. Demokratikleşme sancısız bir dönem değil. Oysa Türkiye bunun nasıl olacağından son derece şüpheli ve bir bakıma güven sorunu yaşıyor. Uzun dönemde de Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO'ya girmesi, sonrasında da AB'ye başvurmaları gibi konularda acaba bize rakip doğar mı, AB konusunda özellikle Hristiyan kulübü gibi görüyor. Türkiye AB'yi, dolayısıyla Ukrayna ve Gürcistan'ın Hristiyan olması belirli bir rekabet getirebilir. O nedenle Türkiye'nin bakış açısında NATO ve AB konusunda Ukrayna'nın ve Gürcistan'ın gidişi konusunda bir soru işareti var. Karadeniz'de ise belirli bir statükoculuk hakim.

    YÇ: Statükoculuk dedin de, orada ben Türkiye'yi hep Rusya'yla anlaşır buluyorum statükoculuk açısından. Zaten Ukrayna-Gürcistan konusuna çok sıcak bakmaması da Turkiye'nin bu hızlandırılmış değişim sürecine biraz Rusya'yla paralel. Ama yine belgede önemli bir nokta Rusya doğrudan vurgulanmıyor, enerji işbirliği biliyorsunuz. Enerji işbirliğinde aslında Rusya'ya rağmen algılamak mümkün. İşte Bakü-Ceyhan-Tiblis için çok önemli bir projenin töreni daha yeni yapıldı. Bunu aslında Amerika ve Türkiye başardı demek pek de yanlış olmaz ama.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    AA: Clinton yönetimiydi...

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    YÇ: Evet Clinton yönetimi çok doğru, çok büyük destek verdi. Rusya'nın enerji hegemonyasını kırmak anlamında işte Azeri gazını bir alternatif olarak Türkiye'yi kullanarak, batıya ulaştırmak anlamında, Ankara ile Washington tam bir iş birliği içinde mi sence?

    AA: Bence tam bir işbirliği içinde çünkü bugüne kadar tanımlayabileceğimiz birkaç stratejik işbirliği alanı varsa bu belki onların birincisi veya ikincisi. Gerçekten belki çıkış noktaları veya varış noktaları farklı ama burada iki ülke de tam bir işbirliği içindeydi. Amerika'nın tabii ki buradaki temel amacı Rusya'nın özellikle çevresindeki ülkeler üzerinde, Kafkaslar ve Orta Asya ülkeleri üzerindeki hegemonyasını kırmak. Bir enerji imparatorluğu haline gelmesini bir parça engellemek. Oradaki siyasi açıdan yarattığı hegemonyayı da kırmak bunun uzerinden. Türkiye'nin belki bu anlamda çok büyük bir amacı yoktu fakat Türkiye'de bu yolla hem ciddi bir batıya karşı enerji koridoru olmasının getireceği avantajı kullanmak istedi, iki; ekonomik olarak bundan sağlayacağı faydalar var, üç; kendi kullanacağı petrolü, doğalgazı bu sayede daha ucuza almak.

    YÇ: Yani enerji işbirliği konusunda yıldız aldı sizlerden belki en azından. Şimdi ikili işkiler konusunda son dönemde Türk ve Amerikan gazetelerinde çıkan yazılara kısaca baktık. Size bazı makaleleri hatırlatmak istiyorum. Örneğin Semih İdiz Milliyet'te doğrudan belge konusunda yazarken dedi ki, "belgeyi önemli kılan PKK'ya ve Kıbrıslı Türkler'in üzerindeki izolasyonların kalkması gereğine yer vermesidir. Bunun bir dostlar alışverişte görsün belgesi olmadığını ortaya koyacak olan Washington'un önümüzdeki aylarda bu konularda atacağı adımlardır." International Tribune'de bir makale vardı, Steve A. Cook Elizabeth Sherwood Randall imzalı, "Irak'ta gerilim tırmandıkça Türk-Amerikan ilişkilerinde pozitif bir ivme yaratma şansı azalıyor. Yönünü kaybetmiş bir Türkiye'nin getirecekleri Irak'ta başarısızlıktan bile daha önemli. Amerika ve Avrupa, Türkiye'yi sağlamca Batı'ya demirlemek için her şeyi yapmalı" diyor bu makale ve Mehmet Ali Birand'ın bir makalesine de baktık, o da Posta gazetesinde yayınlandı. "Türk Amerikan ilişkilerinin ağırlığı Pentagon Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ekseninden, Dışişleri Bakanlığı'na kayıyor. Teskere olayından bu yana Pentagon Türkiye'ye daha mesafeli. Rice'ın başa geçmesiyle birlikte Dışişleri ön planda. İlişkiler giderek sivilleştiriliyor" demişti Birand. Şimdi bu makaleler üzerinden de biraz tartışacak olursak iki noktayı ön plana çıkarmış Semih İdiz, ben de katılıyorum hakikaten PKK ve Kıbrıs bir anlamda bir turnusol kağıdı gibi ilişkiler. Yani PKK'da ve Kıbrıs'ta Türkiye'nin beklediklerini Amerika yaparsa ilişkiler daha da iyi bir noktaya gelecek gibi. Bu doğru bir yaklaşım mı? Bu konularda Amerika'nın Türkiye'nin istediği denli kararlı adımlar atması mümkün mü? Yani stratejik ortaklığı böyle test etmek doğru mu sence Ömer?

    ÖT: Bence doğru. Çünkü Türkiye'nin beklentisi bu. Kamuoyundaki algılama da bu. PKK konusunda birşey yapmadıkça kolay kolay Türkiye'deki Amerikan karşıtlığı, Anti-Amerikanizm azalmayacak. Kıbrıs konusunda da Türk kamuoyu, devlet, hükümet belirli sözler olduğuna inanıyor ve Amerika'nın en azından bir İngiltere kadar bu konuda yardımcı olmasını bekliyor. Dolayısıyla bu iki konuya toplumun algılaması açısından baktığımızda gerçekten turnusol kağıdı, litmus test olarak bakmak mümkün.

    YÇ: Ama örneğin PKK konusunda sence Türkiye tam tatmin edecek adımları Kuzey Irak'ta atabilecek mi?

    ÖT: Atamayacağı için de zaten Türkiye'nin güven eksikliği devam edecek. Atamayacağı ortada. Irak'ta bu şekilde bir sivil savaşa doğru gidişat varken PKK öncelikli bir konu değil Amerika için.

    YÇ: Evet, tabi bu askeri bir mesele. Askeri mesele deyince bu Birand'ın vurgusu bence çok ilginç, ilişkiler sivilleşiyor vurgusu. Buna katılıyor musun Abdullah?

    AA: Katılıyorum. Kesinlikle katılıyorum. Zaten 2003 yılında 1 mart teskeresiyle bir anlamda ilişkinin temel ekseni olan askeri güvenlik ağırlıklı olan eksen bozulmuştu ve onun bocalamasını yaşadı bu ilişki, yaşıyor da hala. Nereye kim sahip çıkacak, kim adresi bu ilişkinin diye. O anlamda Sivilleşme ve Dışişleri Bakanlığı'nın devreye girmesi zaten gündemdeydi. Bu belge bir anlamda bunun tescil edilmesi yönünde atılan bir adım oldu.

    YÇ: Biraz da Rice sayesinde galiba oldu.

    SÖ: Tabii tabii. Yani orada kurumsal olduğu kadar bence kişisel olan ilişkiyi de biraz ön plana çıkarmak gerekiyor. Burada benim anladığım konuştuğum kişilerden iki Dışişleri Bakanı'nın kişisel olarak da kendi aralarında iyi bir ahenk oluşturmuş oldukları. Bir de tabii burada...

    YÇ: Onlardan arkadaş diye söz ediyor zaten Amerikan Dışişleri.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    SÖ: Burada tabi önemli olan bir de şu var: Rice’ın Amerikan dış politikasında dizginleri ele geçirmiş olması da bu sivilleşmeyi etkiliyor. Çünkü eskaza Rice’ın elinden bu dizginler kaçacak olursa, Pentagon’la Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şurada iyileşmeye başlayan ilişkilerine rağmen...

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

     

    YÇ: Onu da vurgulamak çok önemli. Askerler arasında da birleşme var.

     

    SÖ: İyileşme var ama Pentagon’da her şeye rağmen, anlayabildiğim kadarıyla, bu PKK konusunda özellikle Türkiye’ye yardım edelim diye pek bir niyet yok. Şu ya da bu neden...

     

    YÇ: Düğüm orada zaten, ana düğüm. Peki bu International Herald Tribune’deki Türkiye’yi Batı’ya demirlememiz lazım, eyvah Türkiye elden gidiyor kaygısı, neden yani, bu kadar yıllık Batılılaşma projesi ardından Türkiye hala yönü belli olmayan bir ülke gibi görünüyor? Ömer?

     

    ÖT: Neo-konservatif, yeni muhafazakar akıma baktığımızda bir Kemalist nostalji var Türkiye’ye bakış açısında. Dolayısıyla Türkiye’nin İslamlaştı, Batı dünyasından uzaklaştı, NATO’dan uzaklaştı Transatlantik Ittifaktan uzaklaştı konusunda çok ciddi bir kaygı var. Sorunu İslamlaşma olarak gördükleri oranda da Türkiye’yi AB’ye demirlemek gerekiyor. Bence burada yaptıkları hata Türkiye’deki İslamlaşma olarak gördükleri şey aslında Türkiye’de bir nevi bir milliyetçi tepki. Yani ulusalcı tepki...

     

    YÇ: Ama o da sonuçta batıdan uzaklaşması anlamına gelebilir, yani bu makale üzerinde...

     

    ÖT: Evet ama mesela Rusya’ya yakınlaşma anlamına gelebilir bu. İlle de İslam dünyasına yaklaşma anlamına gelmez. Türkiye’de mesela sivilleşme, askerin güçlendiği bir Türkiye’de, otoriterleşen bir Türkiye’de Kürt sorununun tekrar ciddi yaşayan bir Türkiye, Avrupa ve Amerika’dan uzaklaşıp Rusya’ya demir atabilir bir bakıma.

     

    SÖ: ..diye düşünenler var.

     

    YÇ: Evet, sen katılıyor musun Abdullah?

     

    AA: Ben katılıyorum bir ölçüde fakat buna bir boyut daha eklemek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye artık eski Türkiye değil, dünya da artık eski dünya değil. Bu anlamda özellikle AB yolunda ilerleyen bir Türkiye’nin AK Parti iktidarda olsaydı da olmasaydı da bence farklı bir Türkiye olacağını biraz da kabul etmemiz gerekiyor. Amerika’da biraz zor anlaşılan veya anlaşılmak istenmeyen konulardan biri de bu. Dolayısıyla artık Türkiye farklı bir Türkiye. AK Parti’nin tabi getirdiği bir üslup dil farklılığı da var, bir İslamcı söylem de var ama tamamen ondan da kaynaklanmıyor.

     

    YÇ: Peki yani Türkiye’nin yönü belli ama bu yeterince algılanmıyor Washington’da, öyle mi diyorsun?

     

    AA: Hayır, bence Türkiye’nin yönünde, evet, büyük bir değişme yok. Bir çeşitlenme var, bir kafa karışıklığı da var,

     

    YÇ: Bir kafa karışımı var...

     

    AA: Bir milliyetçilik akımı da var, bunu da belki tartışacağız çünkü şu anda siyaset tamamen milliyetçilik üzerinden yapılıyor Türkiye’de ve bundan Amerika ve Batı nasibini alıyor. Ama temelde ben büyük bir yönetim farklılığı olmadığını düşünüyorum.

     

    YÇ: Bunu ayrıntılarıyla konuşacağız. Az önce Ömer kamuoyu faktörünü gündeme getirmişti Anti-Amerikanizm’den söz ederken, zaten bu belgenin kamuoyuna yönelik bir işlevi de var. İşte, geçtiğimiz hafta zaten Amerikan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice bu işleve de dikkat çeken bir açıklama yapmıştı.

     

    SES: Bazen günübirlik konulardan bir adım geriye çekilip ilişkinin bütününe bakmak ve kendimize, halklarımıza bu ilişkinin geniş kapsamlı ve derin olduğunu, stratejik çıkarlara dayandığını hatırlatmak çok önemlidir. İşte bu belge de bizim bunu yapmamıza olanak veriyor.

     

    YÇ: Evet, Rice diyor ki, “sonuçta bu belge, biz kamuoylarımıza da bir mesaj götürüyoruz, kamuoylarımıza ilişkinin önemini anlatmaya çalışıyoruz.” Şimdi bu belge çıktı, Türkiye’de muhalafet buna teslimiyet belgesi dedi. Medyanın bir kısmı son derece eleştirdi. İşte işe yaramaz kağıt parçası dediler. Hani belgeyi abartmamak gerektiği kanısındayım ben. Sizlerin sözlerinden de onu çıkardım. Ama bu metnin kamuoyuna yönelik diplomasisi açısından bir kullanımı var mı, bir değeri var mı? Abdullah?

     

    AA: Kesinlikle var. Bunu zaten bence AK Parti hükümeti de istiyordu, böyle bir belgenin olmasını. Bu bir anlamda Türkiye’de siyaset yapmanın Washington merkezde odaklı olmasının da bir sonucu belki, biraz Türkiye’nin seçim sathı mahalline girmesinin de belki bir sonucu ama biraz da bu ilişkinin rotasının bir parça bozulmuş olmasından da kaynaklanan bir şey 2003’ten beri.

     

    YÇ: Bu kağıt üzerinde en azından bir rota bir referans var.

     

    AA: Evet, evet bu hem hükümet için bence önemli hem de kamuoyuna bizim ABD ile iletişimde ve ilişkide bir sorunumuz yok mesajı vermek açısından bence önemli.

     

    YÇ: Bir de galiba, Soli sana sorayım, çok kısa, ya o belgenin diyalog mekanizmaları tanımlaması da önemli. Yeterince konuşmuyor sanki Amerika’yla Türkiye, başkentler düzeyinde konuşsalar bile toplumlar düzeyinde çok da iyi bir diyalog yok sanki...

     

    SÖ: Toplumlar düzeyinde iyi bir diyalog yok, toplumları birbirine anlatacak odakların da nasıl anlattığı konusunda bence ciddi bir sorun da yaşanıyor. O bakımdan bu bir çerçeve olarak bizatihi bence bir önem taşıyor. Bu çerçeve içinde kalınacak mı bu mekanizmalar işletilecek mi, onu da göreceğiz, en azından ilişkilerin nereye ve nasıl gittiğini tartabileceğimiz bir ölçümüz çıkartıyor ortaya.

     

    YÇ: Evet, evet. Belgeyle ilgili tartışmayı burada noktalı virgül koyalım diyorum, nokta demiyorum, ama tabi Gül ziyaretinde sadece belge değil özellikle Ortadoğu’daki gelişmeler Türkiye’nin İsrail’le Suriye arasında, İsrail’le Hamas arasında bir tür arabuluculuk yapması da çok gündemdeydi. Şimdi bir reklam arası vermek zorundayız ama sakın bir yere ayrılmayın, çünkü reklamlardan sonra Ortadoğu meselesini, sıcak gelişmeleri konuşacağız.

     

     

    Devamı için tıklayın

     

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow